-
İstanbul / Dersaadet
“İstanbul, musikîsiyle, edebiyatıyla, güzel, sanatlarıyla, tasavvufu, güzel hayatı, leziz yemekleri, zarif insanları ve nükteleri ile bitip tükenmez... Fakat biz tükendik, üzüntüden, yeisten, ümitsizlikten tükendik... Zira ‘yıkıldı, yandı, ağaçlar kesildi, balık tükendi, çayırlar kurudu’ demekten yorulduk…” Münevver Ayaşlı, Dersaadet adlı eseriyle; bahçeleri, yüksek duvarları, konak-yalı mimarisi, sahil-sarayları ve hepsinden öte insanlarıyla eski İstanbul’un şimdi tarih sayfalarında kalan siluetini zamanımıza düşürüyor. Devraldığı Osmanlı kültürü ve estetiğiyle birlikte, sadece İstanbul masalını değil, tarih ve felsefesini de anlatıyor.
62.90 ₺ -
Davam
Hatıralar hakikatleri anlattıkları, insanların dünyalarına ışık tuttukları ölçüde güzeldirler. Bu kitapta, hakikatin hakimiyeti için mağdur ve mazlum olmuş, dünya menfaatlerini davaları uğruna feda etmiş dava erlerinin ibretli ve düşündürücü hayatlarını bulacaksınız.
22.20 ₺ -
Bir Ruh Macerası
Cumhuriyet Türkiyesi’nin seçkin ailelerinden birine doğdu. Kurtuluş Savaşı’nın efsane isimlerinden Rauf Orbay’ın yeğeniydi. Batılı mürebbiyelerin elinde anadili Türkçeden önce Almancaya hakimiyet kazanarak yetişti. Ülkenin “en iyi okullarında” okudu. Yeşilçam sinemasının en önemli yönetmenleriyle birlikte çalıştı. Halit Refiğ, Atıf Yılmaz, Memduh Ün gibi isimlerle ortak işlere imza attı. Kemal Tahir, neredeyse manevi babası oldu. Yakın tarihin başat aktörlerinin hayatlar na yakından tanıklık etti. Ama hep eksikliğini duyduğu bir şey vardı? Hayatı nevrotik korkularla, şizofreni krizleriyle geçiyordu. Ta ki “yeniden doğuşum” dediği İslamiyet’le tanışana kadar. İslam’la tanışıp tasavvufa gönül verdikten sonra hastalığında psikiyatristleri hayrete düşürecek kadar büyük bir yol kat eden Ayşe Şasa ömrü boyunca yaşadığı “ruh macerasını” anlattı. Bir zamanların şifaya muhtaç genç kadınından, bugün sözleriyle şifa arayanlara merhem olacak bilgece sözler ve yakın dönem Türkiyesi’nin geçirdiği dönüşüm öyküsü…
40.70 ₺ -
Benim Küçük Dostlarım
İdealist bir öğretmenin kitap gibi okuduğu öğrencilerini ve anılarını edebi bir dille anlattığı doyumsuz bir eser olan BENİM KÜÇÜK DOSTLARIM aynı zamanda MEB’in tavsiye ettiği 100 Temel Eser’de yer almaktadır. Her çocuk, bence zevkle okumaya değer meraklı bir kitap; karşısında uzun uzun, hayran hayran düşünülecek bir bilinmeyenler âlemidir. Yirmi bir yıldan beri bu kitapları yaprakyaprak,satır satır okumaya ve anlamaya çalışıyorum. Fakat hâlâ "Çocuk" adlı kitapla anlayamadığım, sökemediğim cümlelere rastladığım olur. Bu itirafımdan sonra, okuyucularım bu eserde, tecrübelerin belki haklı; fakat herhâlde soğuk ve tatsız gururunu elbette aramayacaklardır. Hayır, sevgili okurlarım elinizdeki kitap, ağırbaşlı, psikolojik bir eser olmak iddiasında değildir. Buna bir "hikâye kitabı" da denilemez. Çünkü içinde bir damlacık hayal bulamayacaksınız. Ben bu kitapta sadece, gördüklerini ve duyduklarımı değil, hissettiklerimi sunuyorum. O kadar çok sevdiğim "Küçük Dostlarım"ı, daha doğrusu binlerce küçük dostumdan, rast gele birkaçını okurlarıma da tanıtmak istedim. Bir kırık dökük çizgi, bir avuç gölge.. Boyaların parıltılı dilinden yoksun, kara kalem bir çocuk portresi, bir küçük insan kişiliği! Ve çok defa bu kişiyi benim hafızamın köklerine altın çivilerle perçinlemiş olan bir küçük olay. İşte kitabımda bunları bulacaksınız... Basit şeyler ama, içlerinde hoşunuza gidenler, gözlerinize bir damla yaş, dudaklarınıza bir küçük gülümseme getirenler, hatta başınızın karanlık bir köşeciğine titrek bir mum alevi uzatanlar olacak sanıyorum. Şüphesiz bir meşale, kuvvetli bir elektrik lâmbası değil, ancak bir mum alevi... Fakat ne de olsa bir ışık...
11.10 ₺ -
Bediüzzaman ve Talebelerinin Hukuk Mücadelesi
Ankara′da tutuklu bulunan Nur talebelerine, mahkemeden mahkemeye koşarak Nur davalarıyla ilgilenen Bekir Berk sorar: "Sizin bir an evvel buradan kurtulmanız için mi çalışayım... Yoksa davanızı mı savunayım?" Talebeler davalarının savunulmasını isterler: "Biz hapse razıyız, yeter ki fikirlerimizin haklılığı ortaya çıksın." Silaha sarılmayan, otoriteye direnmeyen, rejimi zorla yıkmayı hedeflemeyen... Ama öte yandan da davasının hakkaniyetini sonuna kadar savunan Nur talebeleri... Ve çekilen tüm sıkıntılarla birlikte, aylarca süren tüm davalardan çıkan ortak sonuç: Suçsuz!
14.80 ₺ -
Bediüzzaman ve Alperenleri
Bediüzzaman′ın aynasında zamanı okumak kadar hayatı örseleyen bir tecrübe başka hayatlarda sanmam ki bulunsun. Bugün, geçmişe ait hayatları onun kronolojisinden bağımsız düşünmek mümkün değildir. Onun mihengine vurulan aşklarınız, kişisel veya genel tarihiniz kaçınılmaz olarak bir ihanet ve solgunluk taşıyacaktır. Görünen o ki dönüp bakın ya da yürüyüp gidin O artık sizin parçanızdır, sizinle yürüyen. Bu kitabı okuyunca sadece satırlarda değil satır aralarında da ikrar edeceğiz: Zulmün karşısında en önce sözcükler "lal" kesilir. Kader belki de buradan doğar; İlahi murad. Yüreğinizi burkan şey dilinizin ihanetine uğradığında başka ne diyebilirsiniz, kader bütün gemilere yol gösteren fenerci.
8.14 ₺ -
Bediüzzaman Üniversitesi
Ülkemizin doğu bölgesinde, 19. asırdan günümüze sarkan bir “ihmal edilmişlik” süreci yaşanmaktadır. Bunu daha ilk zamanlarda teşhis eden Bediüzzaman Said Nursî ekonomik kalkınma ve toplumsal barış için temel şartın “eğitim” olduğunu vurgulayarak, köklü bir çözüm olmak üzere Medresetü’z Zehra projesini hazırlamıştır. Merkezi Van olmak üzere, bütün Doğu’yu saracak eğitim seferberliği öneren Bediüzzaman, Türkçe, Arapça, ve Kürtçe eğitim yapacak bir üniversite kurulması için II. Abdülhamit’ten Mustafa Kemal Atatürk’e kadar bütün devlet idarecilerinden yardım istedi. Bu kitapta, Bediüzzaman Said Nursî’nin ömrü boyunca gerçekleşmesi için mücadele ettiği Medresetü’z Zehra projesini yakından tanıyacak, günümüzde yaşanan kardeş kavgasının sebepleri hakkında da önemli ipuçları bulacaksınız.
3.89 ₺ -
İçimden Geldiği Gibi
Nasılsınız bugün? Kokladınız mı bir çiçeği? Saksınızda hercaîmenekşe yoksa bile, küçük bir bebeği; salıncaktan düşen yaramaz bir oğlanı; beyaz saçları, kalın gözlükleriyle hayata sımsıkı sarılan bir nineyi kokladınız mı hiç? Dokundunuz mu, yardım ettiniz mi, "Merhaba!" dediniz mi? Aynaya bakıp kendinize gülümsediniz mi? En son ne zaman bir eli sıkı sıkı tuttunuz? Hatırlamıyorsanız, uzatın elinizi, bir yolculuğa çıkalım sizinle: İnişli çıkışlı, sevinçli, hüzünlü, heyecanlı, huzurlu... Belki hatırlarsınız, yağmurun altında yürümekten damlaların içinize işlediği o baharı... Belki sokağa atarsınız kendinizi, okuyunca bu satırları; selâm durursunuz gökyüzüne, uçan kuşlara, toza toprağa, yeni filizlenmiş yaprağa.... Hazır mısınız?
6.85 ₺ -
Günaydın Gece
Güzellik bakan gözdeymiş. Niyetmiş her şeyi güzelleştiren, olmazları olduran. Sevgi, açılmayacak sanılan, üzerine kilit vurulan tüm kapıların anahtarıymış. Tam da ümitsizliğe düşmeye ramak kala doğuruverirmiş güneşi üzerimize Yaradan; parlak ve sıcak… Tatlı dille, güler yüzle söylenen sözlere doyulmazmış… Bu kitap, güler yüzle, düşünerek okunsun, yüreklerde sevgi dokunsun, insanlar sevdiklerine sevgiyle dokunsun, ellerindekinin kıymetini bilsin, yurdunu sevsin, kendini tanısın, bilsin diye yazıldı. Bir gece sabaha karşı ciyaklayarak dünyaya geldiğini cümle âleme duyuran çocuklar gibi, gece, sabaha karşı yazılmaya başlandı. Herkes bana sorup dururken ‘Nasıl oluyor da bu kadar pozitif bir insan olmayı başarabiliyorsunuz?’ diye, dilersek, karanlıkları bile nasıl aydınlatabileceğimizi, geceleri nasıl gündüz yapabileceğimizi anlattım dilim döndüğünce. Hep birlikte söyleyelim hadi. “Günaydın gece!”
5.48 ₺ -
Toplumun Işıkları
“Toplumun ışıkları Sokrat′tan Roger Garaudy′ye, Osman Gazi′den Turgut Özal′a, İmam Rabbani′den Mevlana′ya, Gorki′den Andre Gide′e kadar insanlığa siyaset, ilim, fikir, edebiyat ve ahlaki dehalarıyla ışık olmuş, rehberlik yapmış, yol göstermiş kişilerin hayat hikayelerini ve yaptıkları çalışmaları konu ediniyor. Asırlar boyu toplumları aydınlatan insanların başarılarından günümüz insanının nasıl yararlanması gerektiğine işaret eden Halit Ertuğrul, büyük hedeflere ulaşmak için bilim, inanç ve din gerekliliği üzerinde durarak gençlere toplumun birlik ve diriliği uğruna mücadele etmenin kutsallığı mesajını veriyor.
6.85 ₺ -
Yeni Türkiye Cumhuriyeti Yükselen Bölgesel Faktörler
CIA Türkiye masası eski şefi Graham E.Fuller'dan, 2002 seçimleri sonrasında ortadoğu bölgesinde adeta bir lider ülke haline gelen Türkiye üzerine kapsamlı bir değerlendirme: Yeni Türkiye Cumhuriyeti! Türkiye artık o eski, bildik Türkiye değil. Klasik sadık ABD müttefiki rolünden vazgeçmiş, dış politika kartlarını daha akıllıca oynamaya başlayan bir Türkiye, Ortadoğu’daki güç dengesinin kurucularından biri… Geleneksel tek odaklı Batıcı dış politika anlayışının terk edilmesi; Batı dünyası ve özellikle AB ile ilişkiler askıya alınmaksızın vizyoner bir bakışla İran, Suriye, İsrail, Rusya ve diğer ülkelerle münasebetler geliştirilmesi, Türkiye’ye eskiye nispetle oldukça geniş bir hareket alanı getirdi. Fuller dış politika kartlarını giderek daha akıllıca kullanan bu yeni güç odağının, “Yeni Türkiye Cumhuriyeti”nin bölge için de büyük bir şans olduğunu söylüyor: “Bugünkü Türk hükümetinin, bütün komşularıyla iyi ilişkiler kurmayı hedefleyen, Orta Doğu ve Avrupa’yı ilgilendiren sorunlarla çok daha içli dışlı, her zamankinden daha bağımsız bir dış politika yönünde derinlemesine ve güvenle ilerlemesi muhtemeldir. Bu, Türkiye’nin geleceği açısından iyiye işarettir. Her ne kadar bu süreç, Washington’un ‘müttefik’ bir Türkiye’ye sahip olduğu o eski güzel günleri aramasına sebep olabilirse de Yeni Türkiye, aslında, gerek kendi çıkarlarına ve gerekse bölgenin genel istikrarına daha iyi hizmet edebilir. Eminim ki Amerikan gözlemciler de Orta Doğu bölgesinde bir istikrar abidesi olan böyle bir Yeni Türkiye’nin varlığını takdir edeceklerdir.” Yeni Türkiye Cumhuriyeti, Ortadoğu’da hangi rolü üstlenecek? Amerikan siyaset yapıcıları AKP’nin dış politika anlayışını nasıl değerlendiriyor? Eski sadık müttefik Türkiye’nin kaybedilmesi, Washington koridorlarında nasıl yankılanıyor? Rusya, İran ve Suriye ile ilişkilerini güçlendirmiş bir Türkiye’nin bundan sonra atacağı adımlar neler olacak? Türkiye’de bir “Siyasal İslam Tehlikesi” var mı? Dünyaca ünlü siyaset bilimciler, Fuller’ın “Yeni Türkiye Cumhuriyeti/Yükselen Bölgesel Aktör” kitabını şöyle değerlendiriyor. Zbigniew Brzezinski: “Fuller’ın yaptığı bu isabetli analiz gerçekten büyük bir jeopolitik öneme sahip.” Ian Lesser: “Graham Fuller’ın son kitabı Türkiye’nin dünyadaki rolü konusundaki tartışmalara değerli bir katkı yapıyor. Yeni Türkiye’yi ve onun başkaları için ne anlam ifade ettiğini anlamak isteyenler için çok önemli bir eser.”
11.84 ₺ -
Türkler ve Ötekileştirdiklerimiz
Gözlerimizi köylerimize, şehirlerimize kapattık, okul, mesai ve silah arkadaşlarımızı, komşularımızı, hatta akrabalarımızı göremedik. Baksaydık, Oğuzların (Türkmenler) beraberinde Abhaz, Boşnak, Çeçen, Çerkez, Kürt, Laz, Pomak gibi sosyal gruplar görecektik. Türkiye Türklerini, sadece Oğuzlardan ibaret sandık ve ders kitaplarına öyle yazdık. Batı Türklüğü dedik, ama nasıl oluştuğunu hiç gündeme almadık. Sanki milletler tam teşekkülleriyle birden ortaya çıkmıştı. Tarih içerisinde gelişip serpilmeyi anlayamadık. Batıda milliyetçilik, romantizmden doğmuştu. Çok fazla romantik olmamız, gerçekliğimizle aramızda bir perde oldu. Batılılar sonunda tanımlamalarının yanlışlığını gördüler. Renan, Gellner, Hobsbawm, Anderson ve daha niceleri, detaylı araştırmalarla hataları tamamen gün ışığına çıkardılar. Biz yine de kendi gerçekliğimizi, kendi araştırmalarımızla ortaya koyamadık. TİMAŞ Yayınlarının okurlarla buluşturduğu “Türkler ve Ötekileştirdiklerimiz”, Batı tipi milliyetçiliğin ülkemize aynen iktibas edilmesinin sebep olduğu sorunları tüm açıklığıyla ortaya seriyor ve bu toprakların dokusuna uygun bir dille önerilerde bulunuyor. Dayı, antropoloji, sosyoloji, tarih ve kültür disiplinlerinin verilerinden alabildiğine faydalanarak hazırladığı çalışmanın amacını şöyle izah ediyor: “Millî birliğimizin tehdit altında olduğu bu dönemde, genellikle yapıldığının aksine bölücü akımları değil, bütünlüğümüzün temeli olması gereken Türk milleti anlayışımızı sorgulamak. Her toplumunun oluşum ve yapısal farklılıklarından dolayı, Batılı ve sabit şablonlarla genel-geçer bir izah yapılamayacağını göstermek. Sosyal birliklerin şimdiye kadar farklı kimliklerle adlandırılmalarını, düşünce tarihindeki paradigma değişmeleriyle açıklamak. Milletlerin biyolojik üremelerle değil, sosyal birleşmelerle oluştuğunu ispat ederek etnik ve ırkî köken izahlarını geçersiz kılmak. Türk milliyetçileriyle ayrılıkçı milliyetçilerin, fikirleri ters olmasına rağmen, aynı terminolojiyi kullandıklarını ve bu terminolojinin yanlış olduğunu izah etmek.” Millet anlayışımız doğru mu? “Türk Milleti” tanımlaması, Türk düşünürler tarafından mı, yoksa Batılılar tarafından mı yapıldı? “Bilimsel” diye önümüze konulan tanımlar, sosyal yapımızı aksettiriyor mu? Abhaz, Boşnak, Çeçen, Çerkez, Kürt, Laz ve Pomakların Türklük açısından konumu nedir? Her birimiz akrabalarımızdan, komşularımızdan, iş, okul, mesai ve silah arkadaşlarımızdan koparılmıyor muyuz? Lozan’da konuştuğumuz başka, okullarda öğrettiğimiz başka olmadı mı? Efsane ve destanlardan daha bilim dışı olan tanımların bizi parçalamasına izin verecek miyiz? “Bilim şahidimizdir” Dayı, ideolojik tesir altında kalmadan, ülkemizin gerçek yapısını ortaya koymak maksadıyla yazdığı satırlarına bilimi, yerküreyi ve tarihi şahit tutuyor: “Bilim şahidimizdir: Bütün izahlarımız felsefe, psikoloji, sosyoloji, sosyal psikoloji, antropoloji, filoloji ve tarih branşlarındaki yerli ve yabancı en ciddi bilim adamlarının eserlerinden kaynaklanmaktadır. “Zaman şahidimizdir: Birlikteliğimiz bin yılı bulan bir zaman dilimini kapsamaktadır. “Yerküre şahidimizdir: Bulunduğumuz bölge ve gittiğimiz yerler bizi hep birlikte görmüştür. Devlet adamlarımız şahidimizdir, damarlarımızdaki kan şahidimizdir, türkülerimiz şahidimizdir.
10.97 ₺ -
Türkiyeyi Kazanmak
Türkiye Cumhuriyeti kuruluşundan itibaren yüzünü batıya dönerek, Batılı ülkelerle hep sıkı ilişkiler kurmaya çalıştı. Bir yandan Amerika Birleşik Devletleri’nin Ortadoğu’daki en yakın müttefiklerinden biri olurken, diğer yandan Avrupa Birliği’nin kapısını çalan Türkiye, son birkaç yıldır ezber bozan politikalar uyguluyor. Rusya, İran, Suriye gibi ülkelerle de ilişkilerini geliştiren Türkiye’nin önünde jeostratejik ortaklık için artık birden fazla alternatif var. Gordon ve Taşpınar “Türkiye’yi Kazanmak”’ta, Türkiye’nin günden güne Batı’dan uzaklaştığının altını çizerek, neden halen Türkiye’nin Batı için vazgeçilmez bir müttefik olduğunu ve Türkiye ile Batı’nın ilişkilerini nasıl yeniden iyileştirebileceğinin yollarını somut önerilerle tartışıyorlar. Türkiye’nin uluslararası siyasetinin ciddi bir kırılmanın eşiğinde olduğu bir süreçte konuyla ilgilenenlerin kaçırmaması gereken bir eser. Türkiye Cumhuriyeti, kuruluşundan itibaren Batı ile ilişkilerini geliştirmenin yollarını aradı. Batı ile süregelen bu güçlü beraberlik özellikle Soğuk Savaş süresince jeostratejik ortaklık anlamında iki tarafın da karşılıklı menfaatleri doğrultusunda doruk noktasına ulaştı. Soğuk Savaşın sona ermesi, Körfez Savaşı ve 11 Eylül gibi olaylar ilişkiler açısından önemli kırılma noktalarıydı. Ancak bugün karşımıza çıkan manzara çok farklı... On yıllar boyunca Batı’nın Ortadoğu ve Avrasya coğrafyasında en güvendiği müttefik olan Türkiye’nin Batı’ya karşı bakışı oldukça değişti. Kore’de savaşan, caddelerine Amerikan başkanlarının isimlerini veren, Avrupa Birliği’nin kapısını çalmaktan usanmayan Türkiye, son yıllarda dünyanın en Batı karşıtı ülkelerinden biri haline geldi. Şüphesiz bu durumun ortaya çıkışında Amerika’nın Ortadoğu’da uyguladığı saldırgan politikaların, Avrupa Birliği’nin Türkiye’yi baştan savmasının ve komşularıyla iyi ilişkiler kurmaya başlayan ve ekonomisi hızla büyüyen Türkiye’nin kendine duyduğu güvenin önemli bir payı var. Philip H. Gordon ve Ömer Taşpınar, bu çalışmada Türkiye’nin dış politika macerasının bir muhasebesini yapmakla kalmıyor, aynı zamanda Avrasya yönelimini de göz önünde bulundurarak Türkiye’nin Batı ile ilişkilerini yeniden tesis etmek adına somut çözüm önerileri sunuyor.
11.10 ₺ -
Türbeler
İnsanoğlunun inanma arzusu o kadar kuvvetli ki kitabi dinin yanında bir de halkın muhayyilesinde ve geleneğinde yüzyıllardır varlığını sürdüren inanış biçimleri, tabir yerindeyse, “yaşayan din” var. Yaşayan dinin en belirgin biçimde gözlemlendiği yerlerden biri de türbeler. Türbeler aslında bir bakıma ruhen rahatlama ve kutsal mekân arayışı ihtiyaçlarına karşılık veren birer umut kapısı. İlginç ritüellerin gözlemlendiği, çeşitli menkıbelerin anlatıldığı bu ziyaretgâhlar sadece insanla kutsal arasında bağ kurmuyor, aynı zamanda adeta bir terapi ve sosyalleşme mekânı olarak rahatlatıcı etkiler sunuyor. Kısacası bu mekânlar, sosyal bilimler namına çok katmanlı okumalara imkân sağlayan birer durak. “Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Din Psikolojisi Anabilim Dalından Prof. Dr. Ali Köse ve Dr. Ali Ayten, 23 ilden seçtikleri 30 türbeyi kapsayan bu araştırmayla, din psikolojisi ve din sosyolojisi açısından ciddi veriler sunuyorlar. Tabiri caizse, türbe olgusunun fotoğrafını çekiyorlar. Türbeler özelinde gerçekleştirilen bu araştırmanın, popüler dindarlığın anlaşılmasına önemli katkılar sağlayacağını düşünüyor, yaptıkları bu önemli çalışma sebebiyle her iki ilim adamımızı tebrik ediyorum.” Prof. Dr. Ali Bardakoğlu - Diyanet İşleri Başkanı
11.31 ₺ -
Rusların Gözüyle Ortadoğu
Ortadoğu’da kavga bitmiyor… Tarih boyunca çatışmaların merkezi olmuş Ortadoğu özellikle son elli yıldır rahat yüzü görmüyor. Özellikle Soğuk Savaş döneminde bu coğrafya üzerinde en az Amerikalılar kadar nüfuzu olan Rusların bölgede hâlen son derece aktif olarak oynadığı rol, Türkiye’de nedense hep görmezlikten gelinmiştir. Rusların Gözüyle Ortadoğu’da bu mücadelelerin merkezinde önemli roller üstlenmiş olan SSCB eski Devlet Başkanı ve Rusya Federasyonu eski Başbakanı evgeny Primakov, yaşanan tüm olayları arka planıyla okurlara sunuyor. Dünya’nın kalbi Ortadoğu tarihin başlangıcından itibaren çatışmaların merkezi oldu. Bugünkü toplumsal ve siyasal çalkantılara baktığımızda süregelen durumun değişmediğine hatta şiddetin artarak devam ettiğine şahit oluyoruz. Üç büyük dinin kutsal toprakları en acımasız kitle imha silahlarının kullanıldığı, her türlü kaçakçılık faaliyetinin yürütüldüğü bir savaş üssüne dönüşmüş durumda. Özellikle İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Soğuk Savaş dönemiyle birlikte Ortadoğu krizi çok farklı nedenlerden dolayı küresel bir boyut kazandı. Dönemin iki süper gücü ABD ve SSCB sömürge sonrası sancılı bir oluşum sürecinden geçen Ortadoğu coğrafyasındaki ihtilafların doğrudan ya da dolaylı taraftarları oldular. Bu süre zarfında Arap-İsrail ihtilafında Ruslar Arapların, Amerika ise İsrail’in arkasında yer alır gibi gözüktü. Ancak sahne arkasında dönen pazarlıklardan herkes bihaberdi. Soğuk Savaş döneminin sıcak çatışmalarının yaşandığı, her kısa süreli savaşta yeni silahların denendiği bir ortamda bu ülkeler acaba neden Ortadoğu meselesine bu denli ilgi duyuyorlardı? Bu iki süper gücün süreç içerisinde oynadıkları rolü arka planıyla birlikte aydınlatmadan mevcut durumu anlamamız mümkün değildir. Sayısız savaş, iç çatışma, rejim değişikliği, barış çabaları, diplomatik girişimler, terör eylemleri ve ideolojik kavgalar gerçekleşirken bu iki güç bu gelişmelerden habersiz değildi. Ortaya çıkan her yeni gelişmede, anında, doğrudan kendi temsilcilerini göndererek sürece müdahil oluyorlardı. Bu isimler arasında belki de en tanınmış olan sima Yevgeni Primakov’dur. Hayatını Ortadoğu meselesine adamış, sayısız makale yazmış, son elli yılın en ünlü simalarıyla defalarca görüşmelerde bulunmuş, diplomatik görevler üstlenmiş Rusya Federasyonu Dışişleri Bakanlığı ve Başbakanlığı görevlerinde bulunmuş bir Ortadoğu uzmanı olan Yevgeni Primakov bu coğrafyanın tarihine ve bugününe ışık tutuyor. Primakov’un bu çalışmasında Arap-İsrail ihtilafından Kürt oluşumuna, Cemal Abdülnasır’dan Yaser Arafat’a, İlk Arap-İsrail Savaşı’ndan Irak Savaşı’na, Ortadoğu’da ön plana çıkan birçok şahıs ve olay hakkında hiçbir yerde rastlamadığınız kulis bilgilerine Rusların bakış açısından ulaşacaksınız. Kitapta şu sorulara cevap bulabilirsiniz: Soğuk Savaş sırasında süper güçler Ortadoğu coğrafyasını bir tatbikat alanı olarak mı kullandılar? Ruslar neden hep Araplardan yana tavır aldı? Irak’taki Kürt hareketinin lideri Molla Barzani Rusya’daki sürgün sırasında neler yaşadı? Ortadoğu’da petrol fiyatlarıyla yaşanan savaşlar arasındaki bağlantı neler? Saddam hangi sözleri yerine getirmedi? CIA Saddam Hüseyin’i nasıl iktidara taşıdı? Ortadoğu’da terörü asıl kim başlattı? İsrail’in “terörist başbakanları” kimler? Abdülnasır neden Arap Birliğini kurmayı başaramadı? Rusya Saddam’ı savaştan vazgeçirmek için ne teklif etti? Rusya İsrail saldırılarını durdurmak için neler yaptı? Çeçenistan krizi niçin Rusya’ya iyi bir ders oldu? Ortadoğu’yu nasıl bir gelecek bekliyor, çatışmalar sona erebilir mi? Refik Hariri suikastını kim gerçekleştirdi? Arap ülkelerinde sosyalizm neden gerçekleşemedi? İsrail’in uyguladığı göç politikaları Rusları neden rahatsız ediyor? İran gerçekten nükleer savaşı başlatabilir mi? Dünya neden İsrail’in nükleer çalışmalarına ses çıkarmıyor? İsrail’in nükleer çalışmalarına gizliden destek veren ülkeler hangileri?
13.70 ₺ -
Kürtleri Anlamak
Bugün Kürt meselesi nispi bir özgürlük havası içinde tartışılabiliyorsa kuşkusuz bunda en fazla pay sahibi olan kişilerden biri Prof. Dr. Doğu Ergil. Ergil 1995 yılında ülkenin ilk Doğu Raporu’nu yazdığında kopan fırtınalar hâlâ akıllarda. Söz konusu rapor, Kürt nüfusun yoğun olarak yaşadığı ve bölge koşulları yüzünden göç edip yerleştiği illerde yapılan geniş bir saha araştırmasına dayanıyordu. Ayrıca Kuzey İrlanda, İngiltere ve İspanya’da gerçekleştirilen ve yaklaşık bir buçuk yıl süren incelemelerle bu ülkelerin ayrılıkçı hareketleri dizginleme, ıslah ve entegre etme yönünde ne tür adımlar attığı araştırılmış ve neticede geniş bir değerlendirme raporu yazılmıştı. Ergil 2005 ve 2008 yıllarında bölgenin nabzını tutan iki yeni çalışma daha yaptı ve sonuçta Kürt meselesinin yaklaşık son on beş yılının kapsamlı bir izdüşümü çıktı ortaya. Çalışmayı önemli kılan bir diğer faktör de Ergil’in siyaset bilimi, sosyoloji, sosyal psikoloji ve uluslararası ilişkiler gibi disiplinler arasında yerinde geçişlerle kuru bir rapor olmanın çok ötesinde, gayet tatminkâr bir eser çıkarmış olması. Türkiye bir Türk-Kürt fay hattına doğru mu gidiyor? Kürtler kendi içlerinde hangi noktalarda ayrılıyor? Dağa çıkışın ardındaki sosyal, ekonomik ve siyasal sebepler neler? Kürt milliyetçiliği yükselme trendinde mi? Türkiye’nin Doğusu demokratik ideallere güven duyuyor mu? Sınır ötesi operasyonlar terörü engelliyor mu? İspanya ETA ile nasıl mücadele etti? Sinn Fein ve Herri Batasuna sisteme nasıl dahil edildi?
12.68 ₺ -
Kürt Sorunu
Kürt Sorunu… Ülkemizin kanayan yarası… Sadece son 30 yılda 40 binden fazla cana mal oldu, binlerce köy boşaltıldı, milyonlarca insan yerinden oldu. Onlarca söz söylendi, kararsız bazı adımlar atıldı, ancak yeterli irade gösterilemedi, çabalar yarım kaldı. Kalıcı ve gerçekçi çözüm bambaşka bir perspektif gerektiriyordu çünkü. Bölgenin hemen her karışını bilen ve hayatını bu sorunun çözümüne adayan ünlü Kürt aydını Altan Tan yılların birikimini kaleme aldı. Altan Tan düşünce ve siyaset dünyasının aşina olduğu bir isim. 12 Eylül sonrasında insanlık dışı muamelelerin adeta karargâhı durumuna gelen Diyarbakır Askeri Cezaevi’nde gördüğü işkence sonrasında hayatını kaybeden babası Bedii Tan’ın acısı belki de Güneydoğu ve Kürt sorununa farklı bir gözle bakmasına yol açtı. Geç kalmış bir Kürt ulusalcılığına mesafeli duran Altan Tan, bir yüzyıl öncesinin gözde kavramlarının bugünkü koşullara uygulanmasını gereksiz ve Kürt halkını geriye götürecek bir çaba olarak görüyor. Bununla birlikte Kürt ulusalcılığının kapsamlı bir tarihçesini vermekten de geri durmuyor. 600 sayfayı aşkın bir kaynak kitap hüviyetindeki çalışma Türkler ve Kürtler arasındaki ilk münasebetlerden Osmanlı dönemindeki özerk yapılanmaya, Kürt edebiyat ve folklorundan isyanlarına, II. Meşrutiyet’in Kürtler nezdindeki etkilerinden İttihat ve Terakki yönetimine, Cumhuriyet dönemi olaylarına, Kürtlerin Türkiye’deki sağ ve sol düşünce içinde siyaset yapma biçimlerinden İslami bir Kürt hareketinin mecra bulma imkânına, “federasyon mu, bağımsızlık mı, yoksa demokratik Cumhuriyet’te entegrasyon mu?” tartışmalarına uzanan kuşatıcı bir inceleme sunuyor.
23.98 ₺ -
Kiralık Ordular
Dünya kamuoyu “özel askeri şirket” kavramıyla ilk olarak ABD’nin Afganistan ve Irak’ı işgali sırasında tanıştı. Oysa günümüzdeki özel askeri şirketlerin ortaya çıkış hikâyesi Soğuk Savaş’ın bittiği yıllara dayanır. Yaklaşık yirmi yıllık bir geçmişe sahip olan bu yeni güvenlik konsepti bugün yüzlerce şirketten oluşan, milyonlarca çalışanı istihdam eden yüz milyar doların üzerinde mali hacme sahip bir sektör haline gelmiştir. Tüm bu ekonomik göstergelerin yanında asıl önemli olan bu yeni endüstrinin süregelmiş güvenlik anlayışını altüst etmesi. İnternet güvenliğinden meydan muharebelerine kadar geniş bir yelpazede hizmet veren askeri şirketler yavaş yavaş milli orduların yerini alıyor. Askeri endüstrinin bu önlenemez yükselişi mevcut dünya siyasetini tehdit eden en önemli meselelerden biri. Kiralık Ordular şimdiye dek özel askeri şirketler üzerine hazırlanmış en kapsamlı incelemedir. “Konu üzerine yazılmış ilk dikkate değer çalışma” Financial Times “Amerikan hükümetinin savaşı sürdürebilmek için özel şirketlere olan artan bağımlılığını düşündürücü bir şekilde gözler önüne seriyor” BusinessWeek “Kiralık Ordular; MPRI, Airscan, Dyncorp, Brown&Root ve diğer şirketlerin nasıl topyekun bir savaşı başarıyla yürütebileceklerini açıkça gösteriyor” Atlantic Monthly “Özel askeri şirketlerin dünya siyasetindeki etkisini çarpıcı bir şekilde sunuyor” Christian Science Monitor “Küresel çapta 100 milyar dolarlık büyüklüğe sahip özel askeri endüstri üzerine şu ana dek yapılmış en düşündürücü çalışma” Foreign Affairs
15.42 ₺ -
Kent Dindarlığı
Şeyh Galip de Müslüman, Taliban da! Öyleyse aradaki fark ne? Mehmet Altan yeni kitabında, sadece dindarları değil, inanca hangi mesafede durursa dursun bu topraklarda yaşayan herkesi ilgilendiren bir konuyu tartışmaya açıyor: Kent Dindarlığı İslamiyet Şeyh Galip’ten Taliban’a geldi yeryüzünde. Nedir bu meyil, düzlem kaybetmemizin nedeni nedir? Şeyh Galip, inanılmaz şekilde işlenmiş derin bir kültürün ferdiyken; Taliban, Afgan kırlarının bütün hoyratlığını ifade eden bir vahşetle ortaya çıktı. İkisi de Müslüman ise aradaki fark nedir? Bunu sosyolojik bakışla analiz etmek lazım. Müslümanların ağırlığı eskiden kentlerdeyken zamanla kırlara kaydı. Dinin o derin içeriği, sosyal ve kültürel yanı gündemden düşürülüp inançla ilgili konular daha ziyade siyasi bir mesele olarak algılandı. Halbuki bir zamanlar kent dindarları vardı. Üreten, kazanan, çağın gerektirdiği hemen hemen tüm özelliklere sahip, çağdaşlarıyla rekabet edebilen, dünya üzerindeki mücadeleleri sırasında dinden çıkar sağlamaya gerek duymayan, buna gönül indirmeyen, güler yüzlü, medeni, farklılıklara tahammüllü, çoğulculuk üzerine bina olmuş şehir hayatını benimsemiş, latif insanlardı kent dindarları. Bugün kent dindarlığı anlayışına ciddi anlamda ihtiyaç duyuyoruz. Çünkü din, bu toplumun varoluş temellerinden biri, belki de en önemlisi. Türkiye hem toplumun sıhhati hem de din algısının normalleşmesi için er ya da geç bu konuyu dikkatle ele almak zorunda. Gerçek anlamda bir kent dindarlığı anlayışı inşa etmek için zaman henüz geçmiş değil, ancak geçmek üzere. İşte bu nedenle, Mehmet Altan’ın gündeme taşıdığı “kent dindarlığı” konusu, dini hassasiyetler taşısın ya da taşımasın bu topraklarda yaşayan herkes için birinci derecede önemli bir mesele. Birey olma, kendi donanımıyla sisteme değer katma güvenini kazanmış, otoriteye bağımlılıktan kurtulmuş “yetişkin bir toplumda” kent dindarlığı zaten kendiliğinden ortaya çıkar. Demokrasi, hukuk, düşünce ve inanç özgürlüğü, ifade özgürlüğü, bireysel tercih özgürlüğünü içselleştirebilen, ekonomik değer üreten bir toplum, eninde sonunda kent dindarlığı istasyonuna varacaktır.
6.85 ₺ -
Dersim Dersim
"O gün askerler köye gelip 30-40 kişiyi götürdüler. Bize "Sizi sürgüne göndereceğiz" dediler. Sürgüne götürdüklerini zannedip önlerine düştük. Harçik suyu kenarında bulunan Taxtıkal mıntıkasına götürdüler. Karanlık çökmek üzereydi, karşımıza dört tane ağır makineli silah kurdular. Sonra hepimizi taramaya başladılar. Bu tarama sırasında yanımda annem, babam, iki kız kardeşim ve erkek kardeşim vardı. Ben o sırada elimi, kız kardeşimin başına koymuş tutuyordum. Kurşun kız kardeşimin başından geçti ve kafatası parçalandı, benim de sağ elimin orta iki parmağı koptu, bayılmıştım." Bego Polat, Katliamın Tanıklarından. Cumhuriyet tarihi bugüne değin bir "resmi ideoloji" mantığı içinde, bizlere bir "medeniyet projesi" olarak öğretildi. İçyüzünde acı, kan ve katliam olan bu "medeniyet projesine" karşı çıkanlar, "gerici, feodal ve yok edilmesi gerekenler" idi. Dersim bu medeniyet projesinin ötesinde "ameliye" yapılan en kanlı yer oldu. Çünkü Dersim, "çıbanbaşı" idi. Peki onların bir tarihleri yok muydu? Kültürleri? Dilleri? İnançları? Acıları ya da sevinçleri? Kendisi de Dersimli olan Türkiye'nin önde gelen Kürt-Alevi aydınlarından Cafer Solgun; tarihi, kültürü, coğrafyasıyla Dersim'i ve cumhuriyet tarihinin en büyük katliamı Dersim 38'i anlattı.
13.32 ₺ -
Cumhuriyeti Anlamak
Cumhuriyet’in 85. yılındayız. İstiklal Savaşı’nın son gazisi bu yıl öldü, o dönemlerin canlı şahidi olan insanlar artık yok. Bu 85 yılda Cumhuriyet’i ne kadar anlayabildik? Ezberlenmiş hükümlere sarılmadan, karşısında ya da yanında tavır almadan, ne derece sağlıklı bir bakış edinebildik? Osmanlı’dan bugüne intikal eden toplumsal, siyasal ve kültürel yapıyı göz önündbulundurmadan, Osmanlı aydınının yaptığı tartışmaları bilmeden, örneğin Ahmet Cevdet Paşa’yı yahut Fransız aydınlanmacılarını tanımadan ya da 1930’ların yükselen faşizm damarını ve Dünya Ekonomik Bunalımı’nı dikkate almadan gerçek bir Cumhuriyet fotoğrafına ulaşmak mümkün değil. Oysa tarihe bakışımız, çoğunlukla, geçmişten müttefikler edinmek, arzularımıza hitap etmeyen verileri görmezden gelmek, güncel siyasi tartışmalar için malzeme devşirmek gibi zaaflarla malul. Prof. Dr. Naci Bostancı, son derece ihtiyatlı bir sosyal bilimci kimliği ile Cumhuriyet’in felsefi temellerini, sosyal yapı ve inkılâpları, devlete atfedilen ‘babaerkil’ otoriteyi, tekil siyasi yapının modernleşme projesindeki yerini, eğitim ve kültür politikasını, dönemin ekonomik zihniyetini, devletçilik dönemi ve uygulamalarını tartışıyor; siyasi, iktisadi ve fikri cepheleriyle yetkin bir Cumhuriyet panoraması sunuyor.
7.54 ₺ -
Bitmeyen Beraberlik Modern Dünyada Din Ve Devlet
Tüm dünyanın, ama özellikle ülkemizin en sancılı tartışma alanlarından biri, din ve devlet arasındaki ilişkiler. Kimileri dinsel değerleri ve simgeleriyle kamusal alanda yer almak istiyor, kimileri ise kamusal alanı dinsel simgelerden tümüyle arındırmak. Bu arada kamusal alanın neresi olduğu konusunda anlaşmak mümkün olamıyor. Prof. Dr. Ömer Çaha modernleşme ve ulus devletlerin kurulma sürecinden başlayarak devlete ilişkin farklı yaklaşımları, farklı modernleşme modellerini, kamusal hayatın organize edilme biçimlerini tartışıyor. İdeolojik devletin ve hukuk devletinin alfabeleri hangi noktalarda farklılaşır? Seküler özgürlüklerle dinsel özgürlükler bir arada var olabilir mi? Avrupa'da modernleşme ile dindarlık birbirine karşıt değerler olarak tasavvur edilirken, Amerikan toplumu nasıl bir dinsel algı geliştirdi? Dünyanın en dindar toplumlarından birinin, aynı zamanda en çoğulcu ve özgürlükçü yapıyı kurabilmesi nasıl mümkün oldu? Türkiye'deki İslami hareketler gerçekten birer tehdit midir, yoksa siyasal değişim ve reformlar yönünde hızlandırıcı etkiler yapabilecek dinamikler midir? Resmi ideolojinin temel özellikleri; yani merkeziyetçilik, devletçilik, içe kapalı milliyetçilik ve statükoculuk zinciri kırılabilir mi? Osmanlı “evrimci” ve “öze yönelik” siyasal modernleşme anlayışı ile geleneksel kurumları alaşağı etmeden hangi adımları atabildi? Cumhuriyet dönemi modernleşme anlayışı nasıl seyretti ve sonuçları nelerdir? Bütün bu sorulara cevap vermek üzere Prof. Dr. Ömer Çaha’dan ufuk açıcı bir çalışma...
74.00 ₺ -
Açık Medeniyet
Bu kitap, bir yandan çok ciddi yapısal değişimlere uğrayan günümüz dünyasına dair bir takım önemli tespit ve tahliller sunarken, diğer yandan geleceğe dönük çok-medeniyetli bir toplum ve dünya düzeni projesinin kültürel temelini oluşturacak yeni bir düşünce tarzı önermektedir. Kitap, ötekine bakışına göre, medeniyetleri ikiye ayırmaktadır: Açık medeniyetler, kapalı medeniyetler. Açık medeniyetler başka medeniyetlere hayat hakkı tanırlar ve onlarla etkileşim içine girerler. Kapalı medeniyetler ise kendilerini yeryüzündeki tek medeniyet olarak görerek diğerlerini yok etmeye çalışırlar. Peki niçin bazı medeniyetlerin ötekine bakışı diğerlerininkinden farklıdır? Bunun cevabı medeniyetlerin düşünce sisteminde yatmaktadır. Kitabın “açık bilim” dediği, indirgemeciliği reddeden çok-katmanlı varlık, bilgi, yöntem ve hakikat anlayışını benimseyen düşünce tarzı açık medeniyeti; “kapalı bilim” dediği indirgemeci ve tek-katmanlı düşünce tarzı ise kapalı medeniyeti doğurur. Ancak günümüzde medeniyetler arası ilişkiler yapısal bir değişime uğramıştır: Tarih boyunca asırlardır kendi sınırları içinde yaşayan medeniyetler artık -gelişen iletişim ve ulaşım teknolojisi sayesinde- tüm dünyada iç içe geçmiştir. Neticede kapalı medeniyet olgusu yerini zorunlu olarak açık medeniyete bırakmıştır. Artık hiçbir medeniyet kapılarını diğerlerine kapatamaz. Ancak insanlık böyle bir gelişmeye fikri, siyasi, hukuki ve ahlaki açıdan hazırlıksız yakalanmıştır ve medeniyetsel çoğulculukla nasıl başedeceğini bilememektedir. Fakat İslam medeniyeti içinden geçtiğimiz kritik tarihi dönemeçte bu sorunun çözümünde insanlığa ilham kaynağı olabilir.
9.25 ₺ -
Kâmil Mürşidlerin Mîrası
1996 yılında Üsküdar′da “Bir Attar Dükkânı” isimli eseriyle Türkiye Yazarlar Birliği tarafından hatırat dalında yılın sanatçısı ödülüne lâyık görülen, ilmi ve edebi alanda yazdığı otuzun üzerinde tercüme ve telif eseriyle Türk okurunun yakından tanıdığı Prof. Dr. Ahmed Yüksel Özemre, “Kâmil Mürşidlerin Mîrâs”ı adlı eseriyle Timaş ailesine katıldı. “Kâmil Mürşidlerin Mîrâsı” sayın Özemre′nin çeşitli vesilelerle yapmış olduğu sohbetlerden oluşmaktadır. Sohbet geleneğinde sohbeti yazan kadar "sohbet pişekârı"nın yani sohbete vesile olan, soruları soran zatın da önemi büyüktür. Bu sohbetlerde sohbet pişekârlığını Hoca′yı ve bilgisini yakından tanıyan ve sorularını isabetle soran Necmettin Şahinler yapmaktadır. Son derece akıcı ve rahat takip edilebilir bir üslupla yazıya dökülen sohbetler, artık mazi olmuş tekke hayatının ne olduğuna, nasıl olması gerektiğine, insanı kâmillerin vasıflarına, kuruluşundan bugüne tekke hayatının seyrine, insanda manevi tekamül basamaklarına dair okuyucunun fehamet ve idrakini artıracak derinlikli mevzular üzerinde yapılmıştır. İşte “Kâmil Mürşidlerin Mîrâsı”nda yer alan başlıklar: • İnsanda manevi değişimin seyri • İnsan-ı kâmil ve tarikatlar • Mürşid-i manevi nasıl olmalı • Çağımızda tasavvuf • Kader ve sabır • Tekkeler neden yozlaştı • Beden nefis ve ruh • Vehim ve manevi seyir • Hayatı ibadet kılmak • Tomaya göre İncil • Tevhid mertebeleri • Kâmil mürşidlerin mîrâsı
207.20 ₺ -
Aşkın Hükümranlığı
Aşkın hükümranlığından uzak kalanlara sesleniş! Aşk... Hareketsiz sükûn, sükûnetsiz hareket. Aşk... Kelimelere sığmayan bereket. Aşk... Dibi görünmeyen bir derya. Yusuf’un güzelliğine tutulan Züleyha. Kimi zaman Ferhad, kimi zaman Şirin, kimi zaman da Mecnun ile Leylâ... Ne uzunluk ne derinlik, ne de genişlik. Noktanın sonsuzluğu bu! Noktanın sonsuzluğu kadar aşk, aşk’ın sonsuzluğu kadar nokta. Her şey bir noktadan sudur eder, her şey bir noktada sükun bulur. Varını-yoğunu aşk’a verdiren bir yoksulluk macerası bu! Aşk’ın hükmüne râm olan, aşk süvarilerinin yolculuğu bu! “Aşk’ın hükümranlığı” ile aşk’ın kılavuzluğunda...
5.83 ₺ -
Aşk Kağıda Yazılınca
“Aşk yapışkan bir bitkidir. İnsanların sevgisine aşk denmesi, kalbe yapışmasındandır.” (Ferra) Bu yapışkanın adı; “sarmaşık”tır. Ve “Işk” kelimesinden alınmıştır. Sarmaşık sarıldığı yeri nasıl kaplarsa; aşk da girdiği kalbi öylece sarar, sarmalar, kök salar. Kalpte yeşerir, zamanla sararır ve sahibi-i kalbi de sarartır. Aşkın kolları öyle güçlüdür ki; ne aşka tutunanlar, ne de aşkta tutuklu kalanlar ondan kurtulamazlar. Karışan kafalarında aşka dair sonu gelmeyen sorular belirir.
6.17 ₺ -
Al Aşkını Ver Beni
Üretken kalemiyle Timaş okurlarının yakından takip ettiği Sadık Yalsızuçanlar, bu kez "aşk" ile çıkıyor okurlarının karşısına. Dervişlerin dünyasında aşkın anlamını anlatan Mahmut Erol Kılıç′tan “Aşk kâğıda yazılmıyor Mihriban”′ın şairine, Ayşe Şasa′dan Lale Müldür′e, Bülent Oran′dan Birol Topaloğlu′na, Laurent Mignon′dan Tuğrul İnançer′e kadar pek çok şair, sanatkâr, düşünce ve ilim adamı, psikiyatrist, senarist, siyaset düşünürü, hattat ve musikişinasla yapılan aşk merkezli söyleşiler, "anlatılamaz ancak yaşanılır" olan aşkı, pek çok cepheden daha anlaşılır hale getiriyor. İşte yazarının dilinden “Al Aşkını Ver Beni”nin ne anlama geldiği: "İnsanın yaşamında üç şey habersiz gelir: Doğum, ölüm ve aşk. Nasıl doğumla yeni bir âleme geliyorsak ölümle de yepyeni bir âlemin kapısını aralıyoruz. İşte bu iki sessiz belirsizliğin arasında, insanı kayıtlı ve sınırlı olduğu yatay düzlemden aşkın olana doğru yükselten bir imkândır aşk. Aşk, tüm bağları yıkarak kendi bağlarını kurar. Acısı süreklidir, paylaşılamaz ve sürekli çoğaltır kendisini. Aşk sırlardan bir sırdır, belki Sırların Sırrı′ndan bir haberdir. ‘Al Aşkını Ver Beni’ diyen, Sevgili karşısında, aşk uğruna kendi kişisel algısını sildiği için pişmandır ve ‘ben′ni geri istemektedir. Oysa aşktan önceki ben′in yerinde artık yeller esmektedir. Aşkla birlikte o ben gitmiş, yerine yepyeni bir benlik gelmiştir.”
7.40 ₺ -
Tuz Yangını
Yaranın merhemi, kaşınmak olmaz. Güneş yeri kavururken bir kıvılcım bir orman yakar. Savaş ihtimali yokken bile gözünü kırpmadan bekleyen nefer gibi, yara almamak için nefsin hilelerine karşı her an teyakkuzda olmak gerekir. Günaha giden yola girmemek; yılanların, çıyanların sızacağı kapıları kapamakla mümkündür. Bir bakış, bir gülüş, bir dokunuş nice hayatları söndürmüş, nice yuvaları yıkmış, nice günahı, tecavüzü, cinayeti, anormalliği beraberinde getirmiştir. Fenalıklara iten sebepleri ortadan kaldırmak aklın gereğidir. Zira, kaymamak için ayaklar kadar zemin de önemlidir. Allah′ın kulları için çizdiği yol günahların ta baştan önlenmesidir.
6.29 ₺