-
Ahlak ve Etik
Geçmişte olduğu gibi günümüzde de pek çok bireysel, toplumsal ve küresel ahlaki sorun vardır. Ahlaki sorunları dert edinmek ve bunlara çözüm aramak, her dönemde tüm iyi insanların vasıfları ve kendilerini sorumlu hissettikleri görevleri arasında olmuştur. Ahlak ve etik kavramları bazen birbirinin yerine de kullanılabilmekte ise de, insanların çoğunluğunun takdir ettiği iyi huylar ve erdemli davranışların pratik hayatta tezahürü için ahlak, yaşanan bu ahlak ile ilgili felsefi tartışmalar içinse etik denmesi daha uygundur. Bu çalışma, Ahlak Felsefesi, İslam Ahlak Felsefesi ve Dinlerde Ahlak gibi derslerde ele aldığımız ve bazen bildiri olarak sunduğumuz konulardan oluşmaktadır. Etikteki radikal rölativizmin ve ahlaktaki bireyciliğin, toplumsal alanda hoşgörünün artması gibi olumlu yönlerle birlikte insanları birbirlerine ve dünyada olup bitenlere karşı ilgisiz hale getirdiği bir gerçektir. Ne var ki, emr-i bi'1-maruf ve nehy-i ani'l-münker'in evrenselliğine inananlar için entelektüel modaların değişmesi, asli görevlerin yapısını değiştirmemektedir. Dolayısıyla, bu çalışmada ahlaki ve etik sorunların teorik analizi yanında pratik çözüm önerileri getirilmeye de çalışılmaktadır.
322.00 ₺ -
Din Felsefesine Giriş
Din Felsefesi, İlahiyat Fakülteleri ve Eğitim Fakültelerinin Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi bölümlerinde okutulan zorunlu bir derstir. Ancak bu zorunluluk sadece öğrencilerle sınırlı değildir; felsefi bir perspektifle dinin ana konularına bakarak taklitten kurtulmak ve temel dini inançlar üzerine tahkiki bir değerlendirme yaparak inançlarını içselleştirmek isteyen herkes için din felsefesinden yararlanmak âdeta entelektüel ve etik bir zorunluluktur. Önceki çalışmalarımızdan yararlanılarak ve on dört haftadan oluşan bir dönemlik din felsefesi dersleri düşünülerek her bir haftaya bir bölüm düşmek üzere on dört ana bölüme ayrılan bu çalışma, Din Felsefesinin temel konuları olan din, felsefe, din felsefesi, iman ve akıl, din dili,teizm ve Tanrının sıfatları,kozmolojik delil,teleolojik delil,dini tecrübe delili,ateizmin kötülük sorunu ve teodise,din ve bilim,din ve ahlak,dini çeşitlilik ve ölümden sonra hayat gibi konuları ele almaktadır. İncelenen hemen her konuda önce farklı görüşler, temsilcileri, tarihçeleri ve felsefi dilleriyle birlikte sunulmakta, daha sonra konu, itirazlar ve karşıt görüşler eşliğinde değerlendirmeye açılmakta, bu süreç sonunda daha doğru gözüken fikir ve yaklaşımlara yönelik yol gösterici işaretlerde bulunulmakla birlikte, nihai karar öğrencinin, okuyucunun veya tahkik yolcusunun kendisine bırakılmaktadır. Hikmet ve hakikat, bilgelik ve doğruluk arayışı, her alanda olduğu gibi, din alanında da makbul ve muteber bir arayıştır. Çünkü hikmet, soyut bir bilgi birikimi olarak kalmaz, beraberinde erdem ve mutluluğu, iyilik ve saadeti de getirir. Nitekim,Kime hikmet verilmişse, şüphesiz Ona çokça hayır verilmiş demektir. Bunu ancak akıl sahipleri anlar.
252.00 ₺ -
Fıkıh Usulü Giriş Deliller Hükümler Hüküm Çıkarma Yöntemleri
Doğru anlaşılması için İslam hukukçuları tarafından geliştirilmiş bir metodoloji ilmidir.Bu metod kullanılarak dini metinler(Kuran ve Sünnet nassları)tetkik edilirse daha doğru,tutarlı ve isabetli neticeler elde edilebilir.İslami ilimler içersinde en eski ve ilk metodoloji olan fıkıh usulünün önemli bir yeri olduğu malumdur.Fıkıh usulü bilgilerinin hedef kitlesine en iyi şekilde verilmesi de bir ihtiyaç ve gereklilik olarak görülmektedir.Zira İslami ilimlerle ilgilenen her kademedeki insanın fıkıh usulü hakkında derli toplu bilgi sahibi olması şarttır.
478.80 ₺ -
Açıklamalı Safahat Lügatı
Mehmed Âkif Ersoyun büyük ve ölümsüz eseri Safahât yayınlandığı ilk yıllardan itibaren Türk milletinin büyük ilgiyle okuduğu ve çok kıymet verdiği eserlerden biri olmuştur. Günümüzde de Safahât çok okunan bir eser olmasına rağmen aynı derecede anlaşılmaktan uzaktır. Çünkü Mehmed Âkifin fikirleri, düşünceleri cemiyet hayatından çıkarıldığı gibi kullandığı dil de yıpratılmış, eskitilmiş ve anlaşılmaz hale getirilmiştir. Biz bu çalışmayı hem Safahâtin günümüz insanı için anlaşılır bir eser olmasını hem de eseri sözlük sınırlarının dışına çıkararak Safahâtta geçen 160 civarındaki kişi, yer ve müesseseyi kısaca da olsa tanıtıp Mehmed Âkifin ve onun fikriyatının idrak edilebilmesini sağlamak amacıyla hazırladık. Bu eserin Âkifle buluşmak, Âkifle anlaşmak daha da mühimi onu anlamak isteyenlere faydalı olması en samimi dileğimizdir.
105.00 ₺ -
Ashabı Kehfimiz
Ömer Seyfeddin kısa süren hayatında, kabına sığmaz zekâsı ve millî heyecanıyla pek çok hikâye yazmıştır. Ashab-ı Kehfimiz de Ömer Seyfeddin'in sağlığında roman adıyla yayınladığı eserlerinden biridir (1918), çağdaş edebiyatımızın bu ilgi çekici hikâyelerinde toplumumuzun her türlü gaflet ve aptallıkları da eleştirmiştir ve II. Meşrutiyet döneminde kozmopolit ailelerin millî şuurdan mahrum hallerini anlatır. Bundan başka kitaptaki öteki hikâyelerde, yazarımızın zengin gözlemleriyle zekâsının dikkatinden kaçmayan toplumumuza ait her türlü gaflet ve yanlışlıklar anlatılmaktadır. Yalnız millî gafletleri değil, aynı zamanda sosyal, dinî, ailevî ve aşk hayatıyla ilgili gafletlerle tuhaflıkları da sergileyen bu kitaptaki hikâyelerde, Ömer Seyfeddin'e özgü ironi ve hüzünlü bir mizah anlatımı da dikkati çeker. Bu bakımdan Ashab-ı Kehfimiz'de yer alan Kurbağa Duası, Keramet, Yemin, Tütün ve benzeri hikâyeleri tekrar tekrar okuyacaksınız. Bunlar çağdaş edebiyatımızda unutulmaz bir yere sahiptir
161.25 ₺ -
Ne Haliniz Varsa Gülün
Elinde bir kitapla, gözyaşları içinde kahkahalar atan ve bir yandan da Tamburizade Tırlettin Efendi’den rehavet makamında uzun hava eserler söyleyen birini gördüğünüzde bilin ki o kişi o anda bu kitabı okuyordur. Ailenizin yazarı Mine Sota tarafından yazılan bu kitapta neler yok ki… Karpuz çekirdeğinin içine sığdırılmış karpuzun, bir türlü kırağı çalmayan acı patlıcanların, her zaman söyleyecek bir çift lafı olanların, değirmenlerini taşıdıkları suyla döndürenlerin, attığı çığlıkları kimseye duyuramayanların hikâyeleriyle dolu bu kitap… Saman saklarken, zamanı saman edenlere, “Kayınçomun arabası var, benim niye yok?” diye içi içini yiyenlere, “Kaynanam al dedi, git dedi, al kendini git dedi” diyenlere, hayrını görmek için çocuğunun okuldan mezun olup iş bulmasını bekleyenlere, “Ağzı olan değil parası olan konuşur kardeşim, oof off” diye ay sonunu gözleyenlere “Ammaaan her şey olacağına varır. Haydi, eller havaya oh ohh!” dedirten bu kitap, moral bozukluğunuza da feleğini şaşırtır. Üstelik canlıdır. Korkmayın elinizi ısırmaz ama sizi parmak izinizden tanır. “Ben senin kitabınım. Başkasına yar olmam” der, ellerinizden öper ve sizi hiç bırakmaz. Oldu da kendisini alıp eve götürmediniz, arkanızdan ağlar. Gene de bırakıp giderseniz siz geri dönene kadar sizi özler... Sizin her hâlinizi beğenir. “Aa en çok hangi hâlimi beğeniyor acaba?” diye merak ediyorsanız, onu okuyun ve ne hâliniz varsa görün. Pardon, ne hâliniz varsa gülün.
6.42 ₺ -
Ömerini Arayan Yüzyıl
Büyük zulümlerin yaşandığı bir çağdayız. Siyasî, iktisadî eşitsizlikler diz boyu. Gücünü adaletin temini için kullanması gerekenler, güçlerinden menfaat devşirme telaşında. Yerkürenin her bir yerinde ve bütünüyle küresel düzlemde böylesine eşitsizliklerin yaşandığı bir dünyanın, bir `lider` olarak Hz. Ömer`den alacağı çok dersler var. Hz. Ömer, halifeliği döneminde İslam`ı, Arabistan sınırlarını aşıp üç kıtaya hükmeder hale nasıl getirdi? O destansı adaletini nasıl tesis etti? Kısa bir zamanda, üç kıtaya adaleti ve merhameti taşırken, sorumluluğu altındaki devleti, toplumu, orduyu nasıl yönetti, nasıl sevk ve idare etti? Ömer`ini Arayan Yüzyıl, İslam`ın yol açtığı dönüşümün mücessem örneği olarak Hz. Ömer`in liderlik ve yöneticiliğini, modern liderlik teorileri ışığında irdeliyor. Hz. Ömer`in liderliğinden bugünün dünyasının, özellikle de bugünün yöneticilerinin alacağı hangi dersler var peki? Cevabı, elinizdeki kitabın iki kapağı arasında, okunmayı bekliyor
12.00 ₺ -
Maziye Bir Bakıver
Kültür tarihçilerimizden Dursun Gürlek, "Maziye Bir Bakıver" diyerek, geçmiş zaman bağlarından ve bahçelerinden zengin bir demet sunuyor.Dersaâdet′in cumbalı evlerinde, eski İstanbul hanımlarının yaptıkları "pencere sohbetleri"ni, ahşap evlerin cephelerinde yer alan "Ya Hafız!" levhalarının ne anlama geldiğini, bir zamanlar Ayasofya′nın etrafını saran farelerin nasıl ürkütüldüğünü, Sultan İkinci Abdülhamid′in Beylerbeyi Sarayı′nda Enver Paşa′ya söylediği ibretâmiz sözleri, Fatih′teki Şekerci Hnı′nı mesken hale getiren şeker insanların; şairlerin, yazarların hallerini, Galata Mevlevîhanesi′nde icra edilen sema törenlerini ve hatıralarda kalması gereken daha pek çok tabloyu gözlerinizin önüne seriyor.
244.20 ₺ -
Karınca Huzura Varınca
Karaların ve denizlerin hakimi Kanuni Sultan Süleyman aynı zamanda "Muhibbi" mahlasını kullanan büyük bir şairdi. Önemsediği, fakat karıncaların bürüdüğü bir ağacı kesmek için Şeyhülislam Ebussuud Efendi'ye bir tezkire yazar ve konuyu sorar: Dırahta ger ziyan etse karınca ziyanı var mıdır anı kırınca Şeyhülislam aynı yolda cevap verir: Yarın Hakk'ın divanına varınca Süleyman'dan hakkın alır karınca! *** Dursun Gürlek hazine dairlerine giriyor, saray bahçelerinden güller deriyor, geçmiş zaman güzelliklerini yansıtan bu tablolardan isteyen herkese veriyor. Ayrıca yorgunları ve dargınları Osmanlı çınarının altında dinlenmeye çağırıyor. Tarihin yaprakları arasında gözden kaçmış, unutulmuş pek çok ilgi çekici anekdotu sayfalarına taşıyor. Kitabın sayfaları arasında gezinirken, okuduklarınız karşısında tarihimize ait birçok detayı öğrenme fırsatı bulacaksınız.
218.30 ₺ -
Çınaraltında Kitap Sohbetleri
Felakatimizin kaynağı kültür yokluğu. Hayatı anlamadan geçip gidiyoruz. OLgunlaşmak, kalabin daha hassas, kanın daha sıcak. zekanın daha işlek, ruhun daha huzurlu olması demek. Harami mağaralarının kapılarını değil, hükümdar hazinelerinin kapılarını açan büyü, kitap!...′Gözlerinin ışığı tükenene kadar gözünü kitaptan ayrımayan Üstad Cemil Meriç böyle söylüyor kitap hakkında... Bir başka kitap aşığı da ′Benim sevgilim kitap ve kalemdir. Geride kalanların hepsi mihnet. endişe ve gamdır.′ dyerek muhabbetini dile getiriyor. Matbaanın bulunmadığı ve kitapların büyük zorluklar içinde çoğaltıldığı çağlarda kitabın. ilmin ve ilim adamının gördüğü itibar aranır hale gelmişse; kitaplar çoğaldıkça. matbaalar arttıkça okuma oranı düşünüyorsa; ve artık ′medeniyet′ sahnesinde bize bir rol verilmiyorsa. kitaba yeniden dönmenin vakti gelmiştir. Dursun Gürlek. medeniyet tarihimizdeki yolculuğu esnasında derlediği kültür hazinesini bir bardak demli çay eşliğinde paylaşmak üzere sizi Çınaraltı′na davet ediyor. Çınaraltı; Ali Emiri′den Ahmet Mithad Efendi′ye; Sultan Reşat′dan Cemil Meriç′e; İbni Sina′dan Necip Asım Yazıksız′a; Hasan Sabbah′dan Babanzade Naim′e uzanan geniş bir tarihsel kesitte. kitap ve kitap kültürü üzerine ilgi çekici. hayret uyandırıcı. bazen de yüzünüzde buruk bir tebessüm oluştururan kısa anektodlardan oluşan. rahat ve zevkle okunan bir eser.
222.00 ₺ -
Osmanlı Döneminde İstanbul Hammalları
“Dünyanın yükünü sırtında taşıyan insanlar” diyebileceğimiz hammalların, özellikle İstanbul hamallarının, Osmanlı’dan günümüze uzanan tarihi serüvenini bulacağınız bir kitap. Memleketleri, isimleri, ikamet yerleri, aylık gelirleri, toplumsal olaylara olan etkileri… Canlılığını büyük oranda bu gün de koruyan “hamallık” kurumu üzerine birincil kaynaklardan yola çıkılarak hazırlanmış titiz bir çalışma… Esnaf gruplarının kendi iç düzenleri, her bir grubun diğer esnaf grubuyla ve toplumun diğer katmanlarıyla olan ilişkileri tarihten önemli enstantaneler sunmakta, her bir kare ait olduğu bütünün parçasından bir şeyler taşımaktadır. Bu grupların ilişkilerinin ve kimliklerinin tespiti yapıyı tanıtan ve dolayısıyla bütünü ve tarihi anlamlı kılan bir araç hükmündedir. Araştırmalarda verilen istatistiksel bilgiler tek başlarına ele alındığında kendilerini ifade etmekte zorlanırlar ancak, başka verilerle birlikte değerlendirildiğinde bütünü tamamlarlar. Dolayısıyla hareket noktası, insanlığı, bir çizgisel zaman sürecine sıkıştırmadan, devirlerin kendi içsel düzenlerine müdahale etmeden, en az yorumla tasvir etmek ve sadece olanları anlama çabası ile kendini ve yaşadığı toplumsallığı daha anlaşılabilir kılmak olduğunda belki de tek tek insanların, grupların tarihi bütünün tarihini anlamlı kılabilecektir. İşte bu amaçla hazırlanan elinizdeki kitap, dönemlerinde önemli bir işlev yerine getiren, hep göz önünde olan ama toplumsal hayata katkıları bugüne kadar pek çalışılmamış bir esnaf grubunun, İstanbul hammallarının incelenmesinde bir ilk çalışma niteliği taşıyor. Bir taraftan hammal esnafının kökenlerini, geçimlerini, kurumsal yapılanmalarını, çalışma biçimlerini ele alırken, diğer taraftan dönemin arşivlerini takip ederek bir dönemin toplumsal ilişkilerini de gözler önüne seriyor.
266.40 ₺ -
Cihan Payitahtı İstanbul
Yeryüzünün en eski şehirlerinden biri olan İstanbul’un yazılmamış tarihi... İmparator Konstantin devrinden Haçlı İşgali’ne, Osmanlı’nın başkenti haline getirilen Fatih Sultan Mehmet devrinden İtilaf Devletleri’nin işgaline maruz kalan İstanbul’un tarihi... İsyanlar, depremler, işgaller, göçler... Saraylar, köşkler, mahalleler, eğlenceler, efsaneler, hikâyeler… İstanbul’un resimlerle, gravürlerle değişen yüzüne tanık lık edeceğiniz bu kitap, dünyanın en eski şehirlerinden biri olan İstanbul’un farklı, bambaşka tarihini anlatacak… Tarih boyunca seyahatnamelere, araştırmalara, romanlara, filmlere konu olmuş, yeryüzünün en eski şehirlerinden biri olan İstanbul'un 2500 yıllık tarihi... İstanbul, 2500 yıllık tarihi boyunca defalarca harap edilmiş, yağmalanmış, görmezden gelinmiş, türlü afetler, sayısız badireler atlatmıştır. Ancak her defasında küllerinden yeniden doğmayı bilmiş, topraklarının üzerinde egemenlik kuranların, gönlünde taht kurmayı başarmıştır. Şehre hakim olanlar, ellerinde tuttukları eşsiz güzelliğin bilinciyle ona Nea Roma, Ebedi kent, Dersaadet gibi unvanlar verirken, kenti arzulayanlar da el-Mahrusa (korunan) ve Çarigrad (imparatorlar kenti) gibi yakıştırmalar yapmışlardır. Şehir yaklaşık 1000 yıl boyunca Hıristiyan dünyasının en önemli kentlerinden biri olma vasfını korumuş, 1453’de Osmanlıların fethiyle birlikte kısa sürede İslam dünyasının sayılı merkezlerinden biri haline gelmiştir. Konstantin, Justinyanus, Fatih, II. Bayezid, Kanuni, III. Mustafa gibi hükümdarların koruyup, ihya ettikleri kent, 193’de Romalılar, 1204’de Haçlılar ve 1918’de İtilaf devletlerince tahribata uğratılmıştır. Bu kitap sizi, 20. yüzyılda büyük göçlere ve bilinçsiz imar politikalarına direnmeye çalışan İstanbul’un 2500 yıllık tarihine gravürler, fotoğraflar ve resimler eşliğinde bir göz atmaya çağırıyor. Bunu yaparken de yer yer isyanlara, “küçük kıyamet” diye anılan depremlere, şehir içinde bina edilen saraylara, hanlara, kilise ve camilere kronolojik bir silsile ve sistemli bir bütünlük içinde yer vermeyi hedefliyor.
21.83 ₺ -
Kubbeyi Yere Koymamak
Kendine özgü düşünme sistemini yine kendine özgü bir sesle dile getiren Turgut Cansever, Tanzimat’la gelen geleneğe rijid düşmanlık ile buna tepki olarak giderek kalınlaşan sözde muhafazakâr sığınmacı tavrın evliliği sonucunda verimsizleşen bir ortamda, kargaşadan, gündelik hesaplardan uzakta kendi fikir ve sanat kozasını örüyor. Bilge mimar, duymak isteyenlerin bile zor fark edeceği seyreklikteki yazı ve konuşmalarıyla düşüncelerini kamuoyuna duyuruyor. Cansever Kubbeyi Yere Koymamak ile,Konfüçyüs’ten İbn Arabi’ye, Medine’den Brasilia’ya, Sinan’dan Haussmann’a, sanat müziğinden Barok müziğe, tevhide dayalı mimarîden modern mimarînin babalarına uzanan derin ve ışıltılı bir çizgide üretilen bu felsefenin ana hatlarını kuşatan bir eser ortaya koyuyor. Mimarîye ve mimarî felsefesine ilgi duyanlar başta olmak üzere, kültür ve sanat tarihine meraklı okurların da dikkatini çekecek bir çalışma olan Kubbeyi Yere Koymamak bilge mimar Turgut Cansever’in yanı sıra Mustafa Armağan, Ömer Madra, Nevzat Sayın, Mustafa Kutlu, Sefa Kaplan, Ayla Ağabegüm, Belkıs İbrahimhakkıoğlu, Beşir Ayvazoğlu gibi isimlerin seslerini de taşıyor. Mimarî felsefesi, modern mimarînin ve Rönesans’ın yanılgıları, Osmanlı ve İslam şehirciliği, dünden bugüne İstanbul, Osmanlı mimarîsinden postmodern mimarîye geçiş gibi konulara odaklanıyor. Bu kapsamlı perspektifi entelektüel kamuoyuna taşıyan Turgut Cansever’in eserleri Timaş Yayınları tarafından yeniden yayımlanıyor. Serinin ilk kitabı, İslam’da Şehir ve Mimari geçtiğimiz aylarda raflarda yerini almıştı. Kubbeyi Yere Koymamak bu zincirin ikinci halkası konumunda.
17.81 ₺ -
İstanbulu Anlamak
Bilge Mimar Turgut Cansever’den İstanbul’u Anlamak Dünyada, Ağa Han Mimarlık Ödülü’nü üç kez alan tek mimar olan Turgut Cansever’in İstanbul’a ilişkin derinlikli görüşleri bu kitapta toplandı. Kendine özgü düşünme sistemini yine kendine özgü bir sesle dile getiren Turgut Cansever, İslam mimarlık mirası içinde İstanbul’u, Boğaziçi’ni, Haliç meselesini, bahçe kültürünü, tarihî yarımadanın yüz üze kaldığı meseleleri ve bu eşsiz şehre ilişkin pek çok konuyu yıllardır gündeme taşıdı, çözümler sundu. Bütün bu çalışmalar, İstanbul’u Anlamak’ta bir araya geliyor. Cansever’in İstanbul üzerine ortaya koyduğu metinler, onun görev bilincinin en parıltılı tecellilerindendir. Elinizdeki eser, İstanbul′un geçmişinden yola çıkarak bugününe ve geleceğine ışık tutmaktadır.
16.44 ₺ -
Osmanlı Şehri
BİLGE MİMAR TURGUT CANSEVER’İN KIYMETLİ MİRASINDAN OSMANLI ŞEHRİ Turgut Cansever’e göre, “İnsanın, hayatını düzenlemek üzere meydana getirdiği en önemli, en büyük fizikî ürün ve insan hayatını çerçeveleyen yapı” olan şehrin imajı “İslam kültürlerinde cennet tasavvurunun bir yansımasıdır” ve şehir dünyayı güzelleştirmek için vücuda getirilmiştir. İnanç sahibi her insanın ulaşmayı ümit ettiği cennet kavramı İslam toplumlarının hayatlarına dair çerçeveleri belirler. Bu nedenle Bilge Mimar’ın başta mimarlık olmak üzere tümü sanatla ilgili olan yazıları “Osmanlı Şehri”, diğer bir deyişle “Osmanlı Cenneti” başlığı altında derlendi. Ferahlatıcı bir esintinin, lezzetli bir şeftalinin, yeni açmış bir çiçeğin Cansever için kolaylıkla varlık tasavvuru meselesine girilecek bir kapı oluşturuşu, bu fırsatları kaçırmamaktaki yeteneği, gerçek bir entelektüel tavrıyla sahip olduğu geniş birikim ve hayat tecrübesini hiçbir kompleks duymaksızın kıyaslamalı olarak geniş bir kültür coğrafyası ve zaman dilimi içerisinden özenle seçişi; kendine özgü ve zaman zaman aykırı bir dille, metaforlar, darbımeseller, aforizmalar ve hadislerden yararlanması onun söylemini özgün ve zengin kılmıştır. Turgut Cansever düşüncesi tüm kâinatın Allah tarafından insanoğluna emanet edildiği, onun hüsnü muhafazasında ve güzel hale getirilmesinde toplumların, dolayısıyla bireylerin ortak sorumluluğu bulunduğu şeklinde özetlenebilecek basit bir temel kabule dayanır. Yani onun için ‘korumak’ ve ‘güzelleştirmek’ anahtar kavramlardır. Cansever, “Osmanlı Şehri”nde yer alan makalelerinde insana, dünyaya ve varlığa dair bütüncül telakkinin mimariye ve hayatın her alanına nasıl uygulanabileceğini anlatıyor. Osmanlı evinden ve şehrinden yola çıkarak immateryal, sonsuzluğu, sınırsız mekânı temsil eden bir mimarî anlayışı ortaya koyuyor. "Osmanlı Şehri" Bilge Mimar'dan kalan kıymetli mirastan bir kesit.
136.90 ₺ -
İstanbulda Yaşama Sanatı
İstanbul erguvanlarının, mimozalarının açıp açmadığını izlemek; kasım sakalarının gelip gelmediğini, bülbüllerin ötüp ötmediğini gözlemek; Boğaz′da lüfer avına, mehtaba çıkmak; bir eski İstanbul tadını yakalamak için köşe-bucak dolaşmak; bir eski İstanbul Efendisi′nin sohbetine koşmak; İstanbul′un anıt ağaçlarının ölçüsünü almak; Haliç′teki son kayıkçıyı, son Bulgar sütçüyü, son İstanbul bostanlarında ne ekildiğini takip etmek; İstanbul sularını tatmak; İstanbul′da güzel sesli bir müezzinin ezan na kulak vermek... gibi İstanbul′da yaşama sanatının bütün güzellikleri... İstanbul, bir imparator şehir… Roma’nın, Bizans’ın, Osmanlı’nın şaheserlerini bünyesinde toplamış. Tabiatın ona sunduğu muhteşem konumunu büyük sanatkârların güzel eserleriyle uyum içinde gözler önüne sermiş. Geçen yüzyıllar bu şehri her bakımdan yıpratmış, çaptan düşürmüş, ama cami yıkılsa da mihrap yerinde kalmış. Klasik bir nostalji edebiyatıyla yakılıp yıkılanlara, uçup gidiverenlere ağlayıp sızlanmak yerine “ele geçmezse eğer sevdiğimiz, çare ne; eldekini sevmeliyiz” diyerek bu haliyle İstanbul’u yeniden tanımaya, keşfetmeye, keyfini çıkarmaya, orada yaşamayı bir sanat haline getirmeye ne dersiniz?
18.84 ₺ -
Nilden Tunaya Osmanlı
Kudüs’ten Kahire’sine, Mekke’den Medine’sine kadar Ortadoğu’da; Üsküp’ten Kosova’ya, Elbasan’dan Tiran’a, Selânik’ten Yanya’ya, İstanköy’den Rodos’a, Estergon’dan nazlı Budin’e kadar Vardar boylarında, Rusçuk’dan Silistre’ye, Deliorman’ların Razgrad’ından Koca Balkanlar’daki Hüseyin Raci Efendi’nin Eski Zağra’sına, Dobruca’nın Köstencesi’ne, Mecidiyesi’e kadar Tuna boylarında ve sonra Eflâk’tan başlayıp ta Kara Boğdan’a Prut kıyılarına, Dinyeper’e, Dinyester’e, Akkerman’a kadar her yerde akıp giden zamana, tarihe karışan hakikate rağmen duran Osmanlı’nın izleri var bu kitapta... Günümüzde yaşayan halklardan Osmanlı imajının ne olduğunu, Osmanlı’nın boşluğunu kimin doldurduğunu, yakıp yıkılanları ama her şeye rağmen geride kalanları okuyacağınız bu kitapta bir anıt çınarından şirin ve minnacık kitabeli çeşmesine, tuğralı taş köprüsünden “Ya Hafız”lı konağına, türbesine, mektebine, tekkesine kadar Osmanlı mirasına rastlayacaksınız. * * * “Bu kitabımın ismini koyarken Nil ve Tuna’yı seçtim. Nil Nehri alsın bizi Afrika’nın derinliklerine kadar götürsün, oradan Kuzey Afrika’ya getirip Akdeniz’de dinlendirsin diye. Karşısına Tuna’yı kondurdum. Avrupa’nın Alaman Dağları’ndan kopsun gelsin, bütün Balkanlar’ı geride bırakarak Karadeniz’e, oradan Boğaziçi yoluyla Akdeniz sularında Nil’le kavuşsun diye. Bu kitap; Osmanlı coğrafyasını bu iki nehir arasında sanki iki ayrı medeniyet, iki ayrı coğrafi iklim, iki ayrı uç gibi değerlendirip yaptığım gezilerin notlarıdır...”
19.24 ₺ -
Osmanlı İnsanlığın Son Adası
Mustafa Armağan, yıllardır üzerinde çalıştığı Osmanlı tarihini yeni bir gözle okuma serüvenini taçlandırıyor Osmanlı: İnsanlığın Son Adası adlı kitabıyla. Bildiğimiz bu büyük tarihin bilmediğimiz nice yönlerini, yeni bir bakışla gündeme getiren Armağan, böylece Osmanlı tarihindeki bazı klişeleşmiş hüküm ve anlatıları sorgulamaya girişiyor: Kapitülasyonlar iyi bir şey miydi? Osmanlı toplumu erkek egemen miydi? Harem gerçekten de bir haz mekânı mıydı? Patrona Halil bir eşkıya mıydı yoksa halk kahramanı mı? Osmanlı’da demokrasi var mıydı? Osmanlı: İnsanlığın Son Adası, bu ve benzeri soruları cevaplandırmaya yönelik kışkırtıcı bir okuma girişimi. -- Türkiye Yazarlar Birliği 2003 Fikir Ödülü sahibi OSMANLI: İNSANLIĞIN SON ADASI, gözden geçirilmiş baskısıyla… "Bu ülke"nin aydını olmak gibi ağır bir sorumluluk var sırtımda. Asırlar boyunca haksızlıklara uğramış bir toplumun ve boynu bükük durmak zorunda bırakılmış bir neslin mensubu olarak -kimse kusara bakmasın- incelediğim nesneye bir avuç kükürde bakar gibi bakamam. Üstelik de mensubu olduğum medeniyet, yeryüzü yağmacılarına karşı şerefli bir direnişi gerçekleştirmiş ve bu süreçte hem dışarıdan, hem de bizzat kendi evlatları tarafından haksızlıklara uğramışsa bu konudaki tarafsızlığımın objektiflik anlamına gelmeyeceğini, gelemeyeceğini söylemek zorundayım.Cemil Meriç, "Ben bu mazlum medeniyetin sesi olmak istiyorum" demişti. Ben de, bu kitapta, mazlum bir tarihin sesi olmak istedim. Okul kitaplarından tutun da sözde Osmanlı'yı savunmak amacıyla yazılmış ideolojik kitaplara kadar itilen, kakılan, reddedilen, yeterince anlama çabası gösterilmeden mahkûm ediliveren ve sürekli kolaycı şablonlara göre yargılanan Osmanlı tarihinin bütün bu ideolojik ve siyasi boyalar döküldükten sonra görünecek olan gerçek dokusundan bazı kesitler çıkartmaya çalıştım. Yeniçeri Ocağı'na atılan güllelerin gerçekte Osmanlı toplumunun tam kalbine düştüğünden başlayan ve "Osmanlı gerilemesi" diye bir şeyin olup olmadığına varan, yahut "Padişahlar güler miydi?" sorusundan yola çıkan ve kapitülasyonların "iyi" bir şey olduğuna dayanan pek çok "aykırı" görüşün dile getirilmesinin sebebi bu aslında. Bize gösterilmek istenilen tarihin perde arkasındaki yüzünü seçme ve bir yerde "inşa" etme çabası benimki.
17.81 ₺ -
Fatihin Rüyası
Fatih Sultan Mehmed, yalnız Kostantiniyye’yi feth ederek büyük müjdeye mazhar olmakla kalmamış, Osmanlı Devleti’ni bir cihan devleti haline getiren padişah olarak da tarihe geçmiştir. Onun fethi, mekânla birlikte zamanı da kapsadığı içindir ki, bizimle beraber yaşamaktadır. Kırım ile İtalya (Otranto) onun avucundaki çizgilerde birleşir, Tuna ile Fırat onun kalbinden geçerek birbirlerine akmaya başlar, Karadeniz ile Akdeniz’i buluşturur. Sade coğrafya mıdır buluşan? Onun dünyasında kültürler ve sanatlar da, dinler ve diller de, kitaplar ve haritalar da bitimsiz bir yolculuğa çıkarlar. Doğu’yu da, Batı’yı da kucaklamak ve bir büyük bahçenin içine almak istemişti. “Küçük cihad” dediği fetihleri, “büyük cihad” (cihâd-ı ekber) ile tamamlamaktı gayesi. Fatih Camii’nin etrafında devrin en büyük eğitim yurdunu açarken “Büyük cihad”ın başladığını söylemiştir. Bu, cehaletle mücadeledir. Ne var ki, Fatih açtığı yolda sonuna kadar yürüyemedi ve bu görevi “sonraki” nesillere emanet etti. İstanbul’un fethine düşürdüğü tarihle söylersek, “Âhirûn”a. Bu yüzden Fatih demek, yarım kalan aşk demek. Yaptıkları kadar yapmak istedikleriyle de keşfedilmesi gereken gerçek bir hazine demek. Mustafa Armağan, Fatih’in Rüyası’nda tarihimizin bu kutlu hazinesinin kapılarını çalmaya devam ediyor. Ki o kapılar içimize açılmaktadır.
8.57 ₺ -
Korku Duvarını Yıkmak
Erzurum Kongresi, kararlarından tutanaklarına kadar ters yüz edilmiştir. Neden? Trabzon Muhafaza-i Hukuk Cemiyeti’nin Mustafa Kemal ve Kazım Karabekir paşaların henüz Anadolu’ya tayinlerinin bile çıkmadığı Şubat 1919’da ilk kongresini düzenlediği neden gizlenir? Minyatür bir devlet düzeni kuran Balıkesir Kongresi inkılap tarihlerinde neden geçiştirilir? İstiklal Madalyalı kadın kahramanlarımızdan Kara Fatma 1930’larda neden Rus manastırına sığınmak zorunda kalmıştı? İsmet İnönü’nün annesi Cevriye Hanım’ın başörtülü fotoğrafları, Zübeyde Hanım’ın arkasından Kur’an okunmasını istediği vasiyetnamesi ve Makbule Hanım’ın her ölüm yıldönümünde ağabeyine mevlit okuttuğu neden unutturulmaya çalışılır? İngiltere Parlamentosunda Sevr’le “aptallığın şaheseri” diye dalga geçildiğini, zorla imzalattıktan sonra İtilaf devletlerinin her nasılsa “unuttukları” Sevr’i Yunanistan’dan başka hiçbir devletin onaylamadığını, hele Vahdettin’in masasına hiç gelmediğini bilmiyoruz. Hele Nutuk’un 1938-1950 yıllarında hiç basılmadığını da bilmiyoruz. Mustafa Armağan, Korku Duvarını Yıkmak’ta okurlarını ağzına susturucu takılmış yakın tarih olgularını yeniden düşünmeye çağırıyor. Kitap, hakikat ile düşüncemizin arasına gerilmiş perdeleri yırtmaya, önümüze örülmüş bulunan korku duvarını yıkmaya ve yalanlardan özgürleşmeye bir davet.
12.34 ₺ -
Kır Zincirlerini Osmanlı
İsmet İnönü Osmanlı Hanedanı ile görüştü mü? Edward Said Ermeni soykırımını neden savunuyor? Kanuni’nin İtalya’daki casusu kimdi? Osmanlı kadını daha mı özgürdü? Zenginden alıp fakire veren Osmanlı valisi kimdi? Amerika günümüzün Osmanlısı mı? Osmanlı’ya savaş açan filozof kim? Osmanlı’ya asker mi hakimdi? Osmanlı gerçekten Anadolu’yu sömürdü mü? Osmanlı Güneydoğuya yatırım yaptı mı? Mustafa Armağan; anlı şanlı Aydınlanma düşünürü Montesque’nin zencilere “bu yaratıkların insan olduklarını varsaymamız imkansızdır” deyişinden, Leibniz’in “şu Türklerin bizim gibi kafaları yok mu acaba” demesine, Cezayir’de Sartre’ı isyan ettiren “kasaplar”dan, Amerika’nın yerli nüfusunu kıra kıra 30’da 1’e indirenlere kadar geniş bir yelpazede Osmanlı tarihini ele alıyor. Osmanlı halen zincirlerin içinde konuşmaya çalışıyor bizimle. Mühürlerini sökecek, zincirlerini çözecek, hürriyetini iade edecek birilerini bekliyor…
16.10 ₺ -
Geri Gel Ey Osmanlı
Necip Fazıl Kısakürek, 1969 yılında yazdığı bir yazıda "Arsadaki odun yığınının gizli bir köşesinde tek bir kıvılcım noktasıyız biz!" demiş ve şöyle sürdürmüştü sözlerini: "Odunların üstüne, yıllar ve asırlardır yağmadık yağmur, düşmedik kar kalmadı. Onları püf basmış, pas yutmuş, rutubet bürümüş; üstelik Garp dünyasının bütün kanalizasyonları bu odunların üzerine akmıştır. İşte arsadaki böyle bir odun yığınının gizli bir köşesinde tek bir kıvılcım noktasıyız biz! Biz ki, onun gizli bir köşesinde tek ve son kıvılcım noktasıyız, onu nasıl yakar, tutşturur, alevlerle sarabiliriz?" Bugün ne mutlu bizlere ki, kıtalara gölge salan "Osmanlı ormanı'nın kesilip metruk bir arsaya atılmış son odun yığını içinde hangi bereketli duanın eseri olarak kaldığını bilemediğimiz o son kıvılcımın nasıl bir yangına dönüştüğüne şahit oluyor ve gelecek adına umutlanıyoruz. Lakin o yitirdiğimiz "orman" nasıl bir şeydi, neye benziyordu? Ormanın ruhu üç kıtaya hangi sırlı yollardan dallarını uzatmış, gölgesinde 72 milleti bir insanlık bahçesi içinde hangi iksirle yaşatabilmişti? Osmanlı sevinci bir daha yaşanabilir, bir başka deyişle Osmanlı geri gelebilir miydi? İşte Mustafa Armağan Geri Gel Ey Osmanlı!da bize yalnız tarih anlatmakla kalmıyor; bir yandan tarihi bugüne doğru çekerken, bugünü de tarihe aşina kılmaya çabalıyor. "Osmanlı'ya Dönüş", ona göre Osmanlı'nın tekrar var edilmesi gibi zamanın dışına çıkmayı teklif eden bir çağrı değil; Osmanlı'nın miras bıraktığı ruhla onun yarıda bıraktığı ve ondan sonra üzerimize borç kalan misyonu bugünkü şartlarda devam ettirmeyi kastediyor.
11.31 ₺ -
Türkçe Ezan Ve Menderes
Her şey 1932 Ocak’ında başlamıştı. Türkiye o tarihten itibaren tam 18 yıl boyunca ezanı, “Tanrı uludur, Tanrı uludur…” şeklinde dinleyecekti. Ancak acaba bu “ezansız yıllar”da neler yaşandı? Mustafa Armağan, 60. yıldönümünde ezanın Türkçeleştirilme sürecini ve bu süreçte yaşananları belgeler, gazete kupürleri ve görgü tanıklarının dilinden gündeme getirdi. Türkçe Ezan ve Menderes, ezan yasağının kaldırılışının 60. yılında tarihin tozlu perdelerini başarılı bir şekilde havalandırıyor. Mustafa Armağan Türkçe Ezan ve Menderes’le sözlü tarihin kapılarını çalmanın ne denli bereketli bir emeğe dönüşebileceğini gösteriyor. Başında bulunduğu gönüllü bir grupla Türkçe ezanın okunduğu günleri ve ezanın Arapça okunmasının serbest bırakıldığı 16 Haziran 1950 gününü yaşayanları bulup konuşturan Armağan o büyük günün tek bir kare fotoğrafını çekmeyi deniyor. O tek kare fotoğrafta ağlayan, sevinen, coşan, yüzü gülen bir Türkiye var. Yakın tarihimizin nadir rastlanan güzel günlerinden birisinin öyküsüdür anlatılan. Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’tan Van’daki Ayşi Nineye, Prof. Şerafettin Gölcük’ten son Osmanlı müezzinlerinden Tahir Çağıran’a, Bediüzzaman’ın talebesi Mehmet Kırkıncı’dan Çorum’un Alaca ilçesinden “46 Demokratı” Mustafa Kağızman’a, ezan Arapça okunduğunda bu haberin orduda un helvasıyla kutlandığını hatırlayan emekli Yarbay Cemal Yıldız’dan Hatay’da çocukların “Uyumazsan Türkçe ezan okurum ha!” diye korkutulduğunu söyleyen Mehmet Duran’a kadar onlarca tanığın dilinden ezanın bilinmeyen gerçekleri bu sözlü tarih çalışmasıyla ilk kez gün yüzüne çıkıyor. Mustafa Armağan’ın kaleme aldığı geniş bir çerçeve yazısı ile basılı kaynaklarda yer alan hatıralara ve makalelere yer verilen kitabın sonuna eklenen ezanın serbest bırakıldığı günün havasını gösteren gazetelerin ilk sayfaları ise yakın tarihe ışık tutacak nitelikte. Türkçe Ezan ve Menderes, ezan yasağının kaldırılışının 60. yılında tarihin tozlu perdelerini başarılı bir şekilde havalandırıyor.
11.31 ₺ -
Tek Parti Devri
1925 yılında çıkarılan Takrir-i Sükûn Kanunu Cumhuriyet’in dönüm noktası oldu. O yıl yollar ya demokrasiye ve özgürlüğe açılacak ya da güvenlik gerekçe gösterilerek kapalı rejime, otokrasiye, hatta diktatörlüğe dönülecekti. Ne yazık ki ikinci ihtimal gerçek oldu ve Türkiye yalnız siyasi rejimini değil, geçmişi de karartacak olan adımı attı. Cumhuriyet’in ürünü olan yeni kimliğe uygun yeni bir tarihin inşası için 1930’lu yılları beklemek gerekecekti. Nitekim 1931’de ilk resmi tarih ders kitapları yayınlanınca görüldü ki, uzak tarihe olduğu kadar yakın tarihe de sihirli bir el değmişti. Kendisini tehdit altında hisseden yeni rejim tarafından tarihten duyulması istenen seslere izin verilecek, istenmeyenler ise susturulacak, hatta susturulduğunu haber vermek isteyenler dahi susturulacaktı. Böylece İsmet Paşa’nın damadı Metin Toker’in sözleriyle Türkiye kamuoyu 1925’ten sonra bir mezar sessizliğine bürünmüş oldu. Bu, 1950’deki demokratik devrime kadar böyle sürecekti. DP iktidarı, demokratik hakları ve özgürlükleri getirdiği kadar tarihe bir nefes alma imkânını da sunuyordu. Çeyrek asırdır susan dudaklar tam konuşmaya başlamıştı ki, bu defa 27 Mayıs ve müteakip askeri darbeler peş peşe geldi ve Tek Parti dönemi yeniden sorgulanamaz hale geldi. Oysa Türkiye’nin temelleri bu dönemde atıldığı gibi, Türkiye’nin hafızasındaki yaralanma da bu dönemde gerçekleşmişti. Asıl mesele, bu yaraların nasıl sağaltılacağıydı. İşte 2011 Türkiye’si bu nicedir susturulmuş hafızanın dilini sökmeye uğraşıyor. Dersim katliamından İstiklal Mahkemelerinin zulümlerine, siyasi cinayetlerden iftiralara, yüzleri silinen kahramanlardan sahte zaferlere kadar bir çok tehlikeli konunun üzerine gitme görevini üstlenen Mustafa Armağan, ilk kez yayınlanan yazı ve belgelerle yakın tarihin üzerindeki külleri biraz daha aralıyor. Öncesi ve Sonrasıyla Tek Parti Devri, geçmişten güncelliğe, güncellikten de geçmişe gidip gelen ilginç tekniği ve bol görsel malzemesiyle okurlarına bir tarih ziyafeti sunuyor.
16.79 ₺ -
Osmanlıdan Günümüze Elitler Ve Din
OSMANLI TARİHİNİN ZİRVE İSMİ KEMAL H. KARPAT TİMAŞ’TA! Yaşayan en yetkin tarihçilerden Kemal H. Karpat Türk demokrasi tarihinin arka planını anlatıyor. Geçtiğimiz günlerde 86 yaşını dolduran dev tarihçi Kemal H. Karpat’ın daha önce Türkçede yayınlanmamış laiklik-din-elitler-orta sınıflar temalı makaleleri Timaş Yayınları tarafından Türk okuruna sunuldu. Osmanlı’dan Günümüze Elitler ve Din” ismini taşıyan eser, kronolojik tarih anlayışının ötesinde, siyaset bilimi kavramlarının aydınlatıcılığında disiplinlerarası bir çalışma. Kemal H. Karpat’ın tarih sahasında gördüğü yoğun ilgi, akademik ehliyeti ve uluslararası çaptaki itibarının yanı sıra kendisinin “yaşayan bir tarihçi” olmasından kaynaklanıyor. Siyasetin yaşayan yüzüyle, toplumsal olaylarla bağını hiç koparmaması, ünlü tarihçinin aynı zamanda güncel gelişmeleri doğru okumaya imkan verecek çıkarsamalarını kamuoyuyla sakınmaksızın paylaşması sonucunu veriyor. Nitekim yazar bu eserde Türk siyasal hayatının en tartışmalı kavramları olan laiklik, demokrasi ve din olgularını tarih ve siyaset bilimi birlikteliğinde ele alıyor. Osmanlı toplumsal yapısı, tarihsel olarak inancın ve devletin özerk yetki alanlarına sahip olduğu kendine has bir “laiklik” anlayışı üretmişti. Osmanlılar, etnik ve dinsel olarak karmaşık bir toplumu idare ederken bir yandan da Müslüman kalmayı başarabilecekleri bir yola ihtiyaç duyuyorlardı. Çözüm, belli başlı her gayrimüslim grubu bir millet olarak düşünmek ve her birine kendi inanç, dil ve aile ilişkileri konusunda eksiksiz bir özgürlükten yararlanmalarını sağlayacak mutlak bir özerklik vermekti. Tanzimat döneminde kırsal kesimde, devletten nispeten bağımsız ve mevki sahibi olmayan ulema arasında yeni bir dini liderler kuşağı ortaya çıktı. O güne dek kâh statükonun korunmasıyla, kâh toplumsal ve siyasal değişimi İslami açıdan meşrulaştırmakla meşgul olan ulema kesiminin içinden çıkan bu yeni zümrenin toplumsal konumu, yeni oluşmaya başlayan Osmanlı orta sınıfıyla paraleldi bundan böyle. Ve bu paralellik, Osmanlı-Türk siyasal tarihini derinden etkileyecekti. Neticede Cumhuriyet Türkiyesi’nde modernite ve laikliğin yol haritasını hem devlet, yani askeri ve sivil bürokrasi hem de mahalli eşrafın liderlik ettiği siviller belirledi. Dünya çapında pek çok Osmanlı tarihi kürsüsüne değerli katkılarda bulunmuş olan Prof. Dr. Kemal H. Karpat, siyaset bilimi ile tarihin buluşma noktasında, Türk toplumunun son yüz elli yıldan geçirdiği sosyal, ekonomik ve siyasal değişime ilişkin kuşatıcı bir perspektif sunuyor; Osmanlı’dan bugüne Türkiye’de siyasal katılımın halka halka genişleme sürecini, bir bakıma Türk demokrasi tarihinin toplumsal arka planını anlatıyor.
310.80 ₺ -
Osmanlıdan Günümüze Kimlik Ve İdeoloji
Dünya çapında tanınan önemli tarihçimiz Kemal Karpat’ın ikinci kitabı “Kimlik ve İdeoloji”, Türkiye’nin ideolojik serüveniyle ilgili makaleleri bir araya getiriyor. Karpat, Türkiye’nin modernleşme sürecinde kimlik oluşumlarının izlerini tarihte arayarak okura çok boyutlu bir politika ve tarih okuması sunuyor. Türkiye’de demokrasinin gelişmesi ilk adım olarak her demokratik ülkede olduğu gibi siyasi partilerin kurulması, muhalefetin güven içinde gelişmesi ve serbest bir seçim sisteminin yerleşmesi sayesinde olmuştur. Kitap, Türkiye’yi gerçek demokrasiye götürecek bir çaba ve arayış etrafında dönen siyasi, ideolojik ve kültürel olayları inceleyerek din, ırk, devlet, ulus, modernleşme ve gelenek gibi pek çok kavrama Osmanlı ve Türkiye bağlamında ışık tutuyor.
266.40 ₺ -
Osmanlıdan Günümüze Edebiyat Ve Toplum
Edebiyat toplumsal olguları yansıtması açısından her zaman değerli bir sosyolojik araç olmuştur. Edebiyat sayesinde toplumu doğrudan gözlemlemek yerine, onu kavramada dâhiyane bir yeteneğe sahip olan edebiyatçının yansıttıkları üzerinden şaşırtıcı varsayımlara ulaşabiliriz. Özellikle toplumsal tarih çalışmalarında ancak edebî metinler sayesinde geçmişte yaşanmış sosyal ilişkilileri, olayları ve yapıları betimleme şansımız olur. Edebiyatın toplumla olan ilişkisi bunu la sınırlı değildir. Edebiyatın bizzat kendisi tarihin çeşitli dönemlerinde toplumsal dönüşümün ana motiflerinden biri olmuştur. Fransız İhtilali’nden Bolşevik Devrimi’ne, faşist rejimlerin ortaya çıkışından 68 olaylarına kalemin toplumu dönüştürmede önemli bir rol oynadığını görürüz. Bugün Türk toplumunun yaşadığı tarihsel değişime ışık tutmak istediğimizde edebiyat bizim için en önemli anahtar haline gelir. Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılışından Cumhuriyet’in kuruluşuna dek yaşanan süreç, toplumsal sancılar; Tanzimat Edebiyatı, Millî Mücadele dönemi Edebiyatı derinlemesine incelenmeden tahlil edilemez. Tüm bunlarla birlikte Türkiye’de edebiyat akımlarının ortaya çıkış şekillerinin Türk toplum yapısının dönüşümüyle paralellik arz ettiğini görürüz. Örneğin roman, ancak belirli ölçülerde, Batılı anlamda orta sınıf tanımına uyan bir kitlenin palazlanmasıyla güçlenmiştir. Türkiye’de büyük göç dalgası öncesi önemli bir toplumsallık arz eden köy yaşantısı köy edebiyatını ortaya çıkarmıştır. Kentleşmeyle birlikte ortaya çıkan yabancılaşma ve yeni toplumsal sorunlar Garip Akımı’nı doğurmuştur. Bunlar gibi sayabileceğimiz sayısız örnek Türkiye’de de edebiyat ve toplumun etle tırnak gibi birbirinden ayrı düşünülemeyeceğini gösterir. Ancak edebiyatın toplum ile kurduğu bu yakın ilişki ve bunun sonucunda sunduğu sosyolojik zenginlik edebiyat eserini asıl amacı olan sanatsal kaygısından saptırmamalıdır. Bir edebî eserinin toplumsal yönü ne kadar güçlü olursa olsun eserin var oluşunun ön koşulu sanatsal ifadesidir. Dünya çapında şöhrete sahip, en önemli tarihçi ve sosyal bilimcilerimizden biri olan Prof. Dr. Kemal Karpat Osmanlı’dan Günümüze Edebiyat ve Toplum’da bu iki temel kaygıyı göz önünde bulundurarak edebiyat aracılığıyla Türk toplum yapısının tarihsel süreç içerisinde farklı bir resmini çiziyor. Türk dili ve edebiyatıyla ilgili olarak şaşırtıcı bilgiler verirken yaptığı analizlerle okuyucuyu çok farklı perspektiflerden sosyolojik bir okuma yapmaya teşvik ediyor. Türkiye’de topum ve edebiyat ilişkisi üzerine henüz güçlü bir literatürün oluşmadığı göz önünde bulundurulduğunda Karpat’ın bu eseri alanında eşsiz bir başvuru kaynağı haline geliyor.
310.80 ₺ -
Osmanlı Nüfusu
19. yüzyıldan bugüne Balkanlar, Anadolu ve Ortadoğu topraklarındaki toplumsal ve siyasal dönüşümün kavranabilmesi için Osmanlı nüfusunun büyüklüğü, gelişim hızı, dini-etnik bileşimi gibi konuların kapsamlı bir biçimde incelenmesi gerekir.Ve bilinenin aksine Osmanlı tarihi, nüfus araştırmaları açısından karanlık bir geçmiş değildir. Tımar defterleri, kadı sicilleri, salnameler ve diğer resmi evrak Osmanlı'nın toplumsal ve demografik yapısı üzerine ciddi veriler sunmaktadır. 1800'lerin başından itibarense sistemli nüfus sayımları yapılmıştır. 19. yüzyıl boyunca ve erken 20. yüzyılda yapılan tüm Osmanlı nüfus araştırmaları üzerine inşa olan kitap, Osmanlı toplumunun sadece demografik yapısını analiz eden kuru bir bilimsel eser değil, aynı zamanda son dönem Osmanlı’daki kentleşme oranını, gelir düzeyini, yeni ekonomik birimleri, zenginleşen ve güç kaybeden “milletleri”, ulusçuluk hareketlerini Prof. Dr. Kemal H. Karpat’ın tuttuğu ışıkla daha iyi anlamayı sağlayan eşsiz bir kaynak.
318.20 ₺