-
İlm-i Aşk
“İnanmazsan anlatamam ki sana, zira aşk inanmakla başlıyor.” Aşk bahsine bir gül dalı ile giriverdim ben. Hiç sual etmedim, aşk dedim, inledim. Zahitlerin, dervişlerin kırk günde tamam ettiği çileyi, ben kırk senede tamam eyledim. Kırk senede kırk efsunlu kelime devşirdim de İlm-i Aşk düştü avuçlarıma. Sükûtu bildim, lakin susamadım. Sussaydım aşk beni terk eyleyecekti belki. Bu sebeple düştüm yollara ve dahi “Aşk yolda olmaktır” dedim, öyle bildim, öyle inandım. Sükût eylemek istedim, lakin kelimeler öyle güzeldiler ki, kıyamadım. İlm-i Aşk ömrümün hülasasıdır. Ezelden bedenime nakşedilmiş goncadır aşk. Dileğim odur ki aşkı bilenlerin elinde, aşkı terennüm edenlerin dilinde seneleri ân eylesin. Benim lisanımda, sükûtum dahi aşkı söylesin. Aşk onu işitecek kulak arıyor, aşk ismini söyleyecek dudak arıyor. Aşk seni arıyor, ama bilmiyorsun ey kâri. Aşk olsun...
203.00 ₺ -
Yalnızız
Peyami’nin kendisine has bir roman tekniği kullanarak cemiyet hakkındaki orijinal tasavvurlarını bir ütopya yazarı vasıtasıyla aksettirdiği romanıdır. Geride kalan yarım asırda kendisine en çok atıf yapılan edebî ütopya haline gelen “Simeranya” bu eserde ortaya konmuştur. Bir evin içerisinde yaşayan fakat yaşayışları arasında alaka kurulamayan fertler üzerinden toplumun bölünmüşlüğünün resmi… Ruhunu arayan bir duyarlılığın hikâyesi...
217.50 ₺ -
Medeniyetin Arka Sokakları
Kendisini insanlığın son noktası olarak tanımlayan ve bütün dünya için model olma iddiası taşıyan bir uygarlığın hegemonyasına maruz halde yaşıyoruz. Batı uygarlığı, küresel bir medeniyet olarak takdim ediyor kendisini. Vitrini niteliğindeki şehirleri ve ışıltılı bulvarlarıyla, bütün dünyanın gözleri onun üzerinde çünkü. Fakat arka sokaklarda biten bir ışıltı söz konusu olan... ‘Arka sokaklar’da manzara değişiyor. Uygarlık vitrini niteliğindeki şehirlerin arka sokaklarına, dünyanın ‘arka sokağı’ niteliğindeki ülkelere, insanın iç dünyasının kuytularında batı uygarlığının bıraktığı izlere bakıldığında, durum tamamen değişiyor. Medeniyetin Arka sokakları, bu olguyu merkeze alıyor. Ve “New York’a teslim olmuş bir akılla Medine’yi tekrar kurmak mümkün değildir” tespitinden hareketle, bizi sarsıcı bir sorgulamaya çağırıyor. Sadece dış dünyayı değil, iç dünyalarımızı da içine alan bir sorgulamaya hem de...
7.00 ₺ -
İbiş'in Rüyası
Tarık Buğra'nın bu eseri, onun dil, üslûp ve teknik özelliklerini en iyi belirten romanlarından birisidir. Eser, konu bakımından da tiyatro ve sinemanın ilgisin çekmiş, Devlet Tiyatroları'nda sahneye başarıyla uygulanmış, TRT tarafından da -yazarın söyleyişi ile- "akıl almaz şekilde yozlaştırılarak" dizi film yapılmıştır. Biz, romanı okuyanların, bu TV filmi konusunda yazara hak vereceklerine inanıyoruz.
180.00 ₺ -
Elveda Gülsarı
Gülsarı, cins ve ünlü bir yorga atın adıdır. Yazar, korkunç bir duygudaşlık yeteneğiyle bir yandan Gülsarı’nın doğumundan ölümüne kadar geçen fırtınalı hayat macerasını, diğer yandan onun biricik yetiştiricisi Tanabay’ın çilesini anlatır. Tanabay can çekişen sevgili atının başında geçmişiyle hesaplaşır. Kendini devrime, mutlu yarınlara adamış, ama siyasi rejim onun ömrünü mutsuzluklar ve sıkıntılar içinde geçirmesine sebep olmuştur. İçerisinde yaşadığı toplum değişim adı altında bütün değerlerini kaybetmiştir. Aytmatov, kendine özgü anlatım tarzı ve etkileyiciliği ile hikâyenin geçtiği tabiatı betimliyor, Kırgız - Kazak Türklerinin töre ve folklorunu ebedileştiriyor.
71.25 ₺ -
Nilin Melikesi
Seni suların içinden çekip çıkardı kalbim, Musa koydum ismini, Bir göz aydınlığısın benim için, Nil, bir kandil gibi astı seni içime. Musa koydum ismini, Seni sulardan çıkardım…” Güzellik, bereket, iyilik ve cömertlik onda toplanmıştı. Asiye alçakgönüllüydü, cesurdu. Kavgaları yatıştırıp anlaşmazlıkları çözen, başkalarının selameti için kendini feda eden, haksızlığa isyan edendi o. Bir sütun gibi, çatıyı kurup taşıyandı. Yürüyen bir nehir gibiydi Asiye. Sudan gelen ve suyun içinden yükselen hikmete kucak açan. Çöl/Deniz ve Siret-i Meryem kitaplarında, insanlık tarihinin emsalsiz kadınlarının hayatlarını kaleme alan Sibel Eraslan, bu defa Hz. Musa’ya annelik eden Nil’in Melikesi Hz. Asiye’yi konuk ediyor satırlarına.
292.00 ₺ -
Cezaevinde Şah ve Sultanlar
Tutku… Güzellik… Aşk ve savaş. Sadece gönüllerin değil alınların, kemiklerin ve gözlerin alev alev yandığı savaş. Kahramanlarını, Yavuz Sultan Selim’i de Şah İsmail’i de tarihin merdivenlerinde bir basamak aşağı indiren bir basamak yukarı çıkaran savaş. Çaldıran... Şimdi Çaldıran ne 500 yıl geride ne 500 yıl ileride. Savaş tasında büyücünün gördüğü neydi? Kızılbaşlık! Sünnilik! İktidar hırsı. Aşkın bir çökelti gibi dondurduğu zaman! Korku? Ya o? Yazar biraz da korkuların üstüne gidendir. Tarih ileriye doğru çözüldükçe ağacın kökleri de görülecektir. Alevi de Sünni de bağlıdır o köke. Birdir o toprakta. Gölgeler büyümüşse ışığı değil korkuyu yenmek gerekir. Karanlık ve kör ışığın egemenliği boğmasın artık nesilleri. Ve işte bir kez daha aşk! Şiir kadar iktidar atında rüzgâra ve ateşe doğru yol alan iki hükümdar. Şah ve Sultan… Dünya incisi zarif ve asil kadınlar. Yeminlerine bağlı erkekler. Masal kadar gerçek. Büyüleyici olduğu kadar umut verici. Şah&Sultan her cümlesi aşkla okunacak bir kitap. İskender Pala’dan…
120.45 ₺ -
Prenses Maria Bizans İstanbul’unda Ölümsüz Bir Aşk
İstanbul âşığı Haldun Hürel'den Roma İstanbul'una uzanan bir aşk hikâyesi... Latin istilasını bertaraf eden İmparator Mikael, harap edilmiş şehrini tekrar imar etmeye çalışırken kızı Prenses Maria da her şeye rağmen hâlâ göz alıcı olan İstanbul'u gezmekte, kendine yeni arkadaşlar edinmektedir. İstanbul ve Galata surları, Maria ve sevgilisi Carlo arasına çekilmiş gibidir. Maria"nın Cenevizli bir Katolik olan Carlo'ya aşkı, iki katlı surların bile ardına uzanmaktadır! İmparator Mikael’in onaylamadığı bu aşk, Maria ve Carlo'yu, neredeyse kendileriyle aynı kaderi paylaşan arkadaşları Fani ve Andrea ile çeşitli planlar yapmaya iter. Bugün "Moğolların Meryem'i" olarak da bilinen Prenses Maria, farklı bir İstanbul deneyimi yaşamak isteyenlere hüzünlü hikâyesiyle Haldun Hürel’in kaleminden sesleniyor.
215.35 ₺ -
Yol Arkadaşım
Hayata birlikte yol alan iki kişi... İki yolcu... Kimi zaman birbirleriyle hemhal olan, kimi zaman zıtlaşan iki ayrı beden ve ruh. Hayat yolculuğuna birlikte çıkmaya karar vermiş bu iki insanın, yani eşlerin birbiri ile münasebetleri nasıl olmalı peki? Hayat bir yolculuksa ve bu yolculuk birlikte tamamlanacaksa, bu iki “yol arkadaşı” önlerine çıkan engelleri nasıl aşacak ve birbirine nasıl destek olacak? Elinizdeki kitap, bu sorular için gayet basit ve güzel çözüm yolları sunuyor. Eşlerin birbirine pek çok konuda nasıl yardım edeceği ve yaşanılan sorunların nasıl aşılıp çözüme kavuşturulacağı, “yol arkadaşlığı”nın nasıl olması gerektiği o kadar güzel anlatılıyor ki...
4.20 ₺ -
Hayyam
“Biz sarhoşken henüz üzüm yaratılmamıştı” “Biliyorum her şarap anıldığında, her şarap şişesine bakıldığında, her üzüm hasadı yapıldığında tuhaf bir biçimde ruhum ordaymışçasına beni anıyorlar. O şarabın etkisiyle sarhoş olmadım ben. O şarabı hiç ağzıma sürmedim. Onun tadını da bilmem. Kırmızı, beyaz, pembe, kızıl, eski, yeni, ne zaman ve nasıl yapılırsa yapılsın, nasıl içilirse içilsin hiçbir şarapta bir izim, bir gölgem yok. Yine de herkes beni anıyor şarap denince. Şarabı sarhoş edici bir içki olarak tatmamama rağmen sarhoşluğum hep arttı. Ve öyle bir an geldi ki ne kendimi ne gayr’ı bildim.” Evreni anlama çabasını şiirlerine gizlemiş bir şair… Sayılarla oynayan bir matematik dehası… Göğü izleyen bir astronom… Medrese arkadaşı Hasan Sabbah ve Nizam’ül Mülk’le ayrılan yolları… Rasathanede izlediği yıldızlar ve baktığı gökte yalnız onun gördüğü an’lar… Asırları aşan akıl yürütmeleri… Ve elbet, rubaileri… “Hiç” olma yolunda “şey”e varan bir yolcu… Adı yüzyıllardır hafızalardan, dillerden silinmeyen Hayyam… Sadık Yalsızuçanlar’ın güçlü kalemiyle bir kez daha hayat buluyor.
7.44 ₺ -
Aşk- ı Pervane
Mürşitleri, üç pervaneye ateşi öğretmekteymiş. Birinci pervaneye hitaben demiş ki: "Hadi uç ateşe doğru. Git ve tez vakitte geri dön. Bakalım bize ne haberler getireceksin?" Heyecanla uçmuş birinci pervane ateşe. Çok geçmeden, gidişinin bin misli heyecanla geri dönmüş. "Efendim!" demiş mürşidine. "Ateş öyle bir şey ki, görünce gözlerim kamaştı. Karanlık dünyam ışıdı! Çok muazzam bir şey bu ateş dedikleri!" "Bu gördü!" demiş mürşit. İkinci pervaneyi göndermiş ateşi öğrenmeye. Hayli gecikme ile geri dönmüş ikinci pervane. Birinci pervaneyi aşkın bir heyecan ve sersemlik, sarhoşluk içinde anlatmış: "Efendim! Ateşe o kadar yaklaştım ki! Işığı gözlerimi kamaştırmakla kalmadı, sıcaklığı yüzümü yaladı. Bu sıcaklıktan adeta sarhoş oldum, kendimden geçtim. Toparlanmam uzun sürdüğü için dönmekte geciktim." "Bu bildi!" demiş pervanelerin mürşidi. Son pervaneyi uçurmuş ateşe. Beklemişler, beklemişler, beklemişler... Geri dönen olmamış. "Bu da yaşadı!" diye mırıldanmış mürşit. Ateşi merak eden pervanelerin öyküsüydü bu. Ateşe uçan, ateşi gören, ateşi bilen, yaşayan... Ateşin aşkına yanıp kül olan... Ateşi yutan pervane görülmüş müdür? İçindeki ateş dışındakine denk olan? Yandıkça ateşe hasreti artan? Kalbindeki ateşin ışığından gözleri kamaşarak, dışındaki ateşi görmeden dalan?
8.40 ₺ -
Salkım Söğüt
Kimnus böceğiyle ölüm olmayan bir ormanda tanıştım. Aslında başlangıçta ne ormanın ölümsüzlüğünden ne de tanıştırıldığım böceğin adının Kimnus olduğundan haberim vardı. Sevgili kız kardeşimle el ele ormanda gezerken kendimden habersiz ormanın büyüsüne kapılmışım. Abarttığımı sanmıyorum, yaşadığım şeye ancak büyü denilebilir. Şefkatli ve ısrarcı kollarıyla beni kuytularına çeken ormanda, o güne kadar hiç duymadığım bir musikiyi dinliyor, hiç görmediğim renklerle allak bullak oluyordum. Damarlarım duyarlı bir kemanın telleri gibi titreşirken, dinlediğim lezzetine doyulmaz musikinin bir parçası olmuştum sanki. Ormanın kuytularına çekilirken kaybolma korkusuyla kız kardeşimin elini hiç bırakmıyorum. O ormanı iyi biliyor, dili döndüğünce bana anlatıyor. Ellerimi çok sesli müzik gibi tutan, roman gibi konuşan kız kardeşim, kâh bin yıllık bir kocakarı, kâh dam başlarında çatal iğneli pantolonuyla gökyüzüne mektup salan uçarı bir genç kız oluyordu. Ama eli hep elimde.
21.00 ₺ -
Örgütlü Ölüler
Örgütlü Ölüler; gündelik hayatta her zaman karşılaşacağınız olaylarla örülü. Gazeteler tuhaf haberler olarak sürekli dikkat çekerler. Mega makinanın insan merkezli olmayışını, şehirlerin ölümden ibret almayan duygusuzluğunu anlatan bir roman. Sistem, güvenliği için ölülerin bile örgütlendiği vehmine kapılabilir. Sistemin kuruntuları insanlara hayatı zehir eden uygulamalar içine girebilir. Yine de gülümseyen bir ironi ile yaklaşmak hayatı güzelleştirir. Zor zamanlarda, sıkıntılı anlardaki tercihlerimiz bizi insan yapar; ölümü munisleştirir, iptilaları izzetle karşılamanızı sağlar. Örgütlü ölüler, yalın, sade kurgusuyla, ötelerin bilinmezliğini elle dokunur hale getiriyor. Herkesin başına her an gelme ihtimali yüksek bir macerayı mizah diliyle anlatıyor. Sizin öykünüze içerden bir bakış sağlıyor. Şehirlerde dışlanan ölümün kendini nasıl hatırlattığını anlatıyor.
122.40 ₺ -
Kaf Muamması
“Kaf Muamması” Arap Şiirine adanmış bir roman. Üstelik beklentilerin çok ötesinde.. Ülkesi Brezilya’nın en çok ödül almış yazarlarından biri olan Alberto Mussa, Kaf Muamması ile ilk defa Türkçede! Afrika dillerinden, Arap diline, oradan Portekiz yerlilerine, Brezilya’da yaşanan hayatlara ve daha fazlasına gözlerini çeviren, merak eden, araştıran bir romancı Mussa. Türkçe bilen okur, onu “tanıdık” sayacaktır, sebepsiz olmayacaktır bu tanıdıklık üstelik. Kaf Muamması, Arap alfabesinden bir harf olan “kaf” ile “Kaf Dağı” arasında bağlantılar kurup yapısını birçok ara hikâyeyle besliyor. 28 harfin gizemi, “arasöz”lere, “parametre”ler, hikâyenin bütününe ustaca ulanıyor. Kurgunun yetkinliğinin yanında, Eski Arap Şiiri’ne, Cahiliye Devri’ne, “Yedi Askı Şairleri”ne dair birçok bilgiyi eserinin içinde bilgece sunuyor okuyucuya Mussa. “Üst kurmaca”nın parlak örneklerinden biri olan bu metin, birden çok okumayla genişleyecek ve her daim canlı kalacak bir kitap olarak Türkçede yerini alıyor.
127.75 ₺ -
Jerusalem
Bizi Belirleyen, Belki de Çocukluk Ülkemizdir Markar Esayan’ın Timaş Yayınlarından tam da bugünlerde çıkan romanı Jerusalem bunu düşündürüyor okura. “Eylül 1977 / Babamın beni almaya geldiği günü dünmüş gibi hatırlıyorum. Eve ürküntü veren bir gerginlik hâkimdi o akşamüstü” diye başlıyor Jerusalem. Esayan, bir solukta okunan romanında İstanbullu bir Ermeni ailenin öyküsünü anlatıyor. Kendi çocukluk yılları zorluklarla geçen baba, sekiz yaşındaki oğlunu iyi bir eğitim alması için Kudüs’e göndermek ister. Henüz “bu dünyada olma” haline bile alışamayan kahramanımız bir anda annesinden, şehrinden, yuvasından ayrılmak zorunda kalır. Yatılı okulun soğuk ve nemli odaları, “Evden gönderilen, neden kardeşlerim değil de ben?” sorgulamaları, manastırın nispeten sakin havası, ama duvarların hemen ötesinde bir yurdu paylaşmaya çalışan iki halkın mücadelesi, varlıklı ve nüfuzlu bir aileden geliyor olmaktan kaynaklanan “hanım evladı” görüntüsünü alt etmek için girişilen onlarca macera… Ve daima varlığı hissedilen ve onunla teselli bulunan Hz. İsa imgesi… Jerusalem böylesine zor bir konuda tam bir samimiyet ve kıvam örneği sunuyor. Kahramanlarının hiçbirini kayırmadan ve hiçbirini ihmal etmeden bütün isimlere hayat veriyor. Kudüs’ü anlatıyor, İstanbul’u anlatıyor, “gerçek bir acıyı” yaşarken üzüntü ve kederi kendi tekeline alma halini, Hz. İsa’nın çileli yolculuğunu, Filistinli Ekrem’i, yaşından çok önce olgunlaşan Vasken’i, haylaz Maksut’u anlatıyor. Üstelik tüm bunlar tam bir kıvam ile yapıyor. Adeta sinematografik bir anlatımı var: sürükleyici ve ilginç. Öte yandan bir edebiyat metni olduğunu hissettiren detaylar da yerli yerinde; kişiler arası ilişkiler ve insanlık durumları ustalıkla işlenmiş. Esayan’ın kurguladığı karakterler, duygular ve olaylar oyunbaz hamlelere gerek bırakmayacak kadar sahici.
9.80 ₺ -
Ağustos Başağı
Türk öykücülüğünün zarif sesi Sevinç Çokum’dan bir Kurtuluş Savaşı romanı. Romanın mekânı, Osmanlı’nın kuruluş toprağı olan Söğüt. Karakterler çok boyutlu ve derin: Yusuf, Esma, Kayalı Süleyman, Nafiz Bey, Selim ve dahası. Karton olmayan, sığlıktan uzak karakterler. Lirik ve konuşkan. Cumhuriyet’in kuruluş tomurcuklarını, sırf yazılı belgelerle değil, o coğrafyada yaşamış Ali Amca, Memiş Dayı gibi gerçek kişilerden dinledikleriyle hikâye ediyor Çokum. Bilmediği bir coğrafya üzerine konuşmuyor anlatıcı; bildiği, tecrübe ettiği, toprağını gördüğü bir yerden ses ediyor. “Söğüt mavi-mor tepelerin ardındadır,” derken, bizi de bir maviliği, morluğu görmeye davet ediyor. Bu daveti karşılıksız bırakmayacak muahataplar, Sevinç Çokum’un açık penceresinden haberdar okuyucular…
273.75 ₺ -
Hüzünlü Hayat
Hüzünlü Hayat’ı okuduğumda aklıma başucu kitabım, Norveç'li Yazar Knut Hamsun'un ''Açlık''adlı romanı geldi. Doğaçlama bir romandı. Öztürk'ün romanında da aynı duygular hakimdi. Sanki yaşaya yaşaya yazılmış. Soyutluktan ziyade doğallığın hakim olduğu, içtenlikle yazıldığı apaçık ortada. Zorluklarla geçen bir hayatı anlatırken de ustalığını ortaya koymuş. Yunus Bey'in durumunu anlatırken, cezaevinden çıktıktan sonraki süreçte de göstermiş olduğu vefa örneğini okuduğum zaman bölgenin yardımseverliğini anlamamam için bir neden yoktu. Değerlendirmemin başında da belirttiğim gibi, sanki Fatma Öztürk ''Öyle bir hayat yaşayacağım ve kesitlerden yararlanarak bir roman oluşturacağım'' düşüncesini gütmüş...
4.88 ₺ -
Sınır Değildir Gökyüzü
Kitapta Avustralyalı bir bayanın İslamiyet ile müşerref olması ve Tasavvuf'a intisap etme süreci roman diliyle anlatılmaktadır. Müslüman olunca Emetullah ismini alan Jyly'nin nasıl ve niçin Müslüman olduğu ayrıntıları ile verilmektedir. Eşiyle birlikte sıkça yurtdışı gezilerine çıkan Jyly'nin, Kuzey Afrika ülkesi olan Tunus'a yaptığı bir geziyle hayatı değişir. Buradaki insanlarda gördüğü güzelliğin kaynağının İslamiyet'ten geldiğini öğrenince içten içe İslam Dinine sempati duymaya başlar. Tunus'ta kaldığı müddetçe Tunus halkını gözlemler. Avustralya'ya dönünce bile aklı fikri Müslümanların yaşantısında kalır. Kendi kendine İslam'ı araştırmaya karar verir, İslamiyet ile alakalı eline geçen her kitabı okur. Araştırmaları sonucu daha evvel hiç duymadığı tasavvuf kavramı ile karşılaşır. Zamanla Müslümanlığı benimseyen, kendi çabaları ile Temel Arapçayı öğrenen, farkında olmadan sürekli kelime-i şehadet ve kelime-i tevhid getiren Jyly, büyük sufilerin kitaplarını da okur. Tasavvuf büyüklerinin kitaplarını okudukça, içten içe "Benim de bir Mürşid-i Kamil'e ihtiyacım var" demeye başlar. Tekrar Kuzey Afrika ülkelerine seyahate çıkmaya karar verir. Tunus, Fas ve Cezayir'e gider. Yolda yürürken gördüğü her insan'ı bir Mürşid zanneder. Acaba bu yolda gördüğüm dilenci mürşidim olabilir mi? Yoksa şu camide görmüş olduğum beyaz sakallı nur yüzlü ihtiyar mı ?... Hatta dayanamayıp bazılarına siz Mürşid misiniz? şeklinde sorular sorar. Ne yazık ki aradığını bulamaz ve çaresizlik içinde tekrar Avustralya'ya dönmek zorunda kalır. Avustralya'da tek başına nasibini beklemeye koyulur. Artık şunu iyice anlamıştır, mesele, Mürşid-i Kamil'i bulmak değil, Mürşid-i Kamil'in seni bulmasıdır. Bir yandan tasavvuf Büyükleri'nin kitaplarını okumaya devam eder, diğer yandan bir Mürşid'e layık olup olmadığını sorgular. Bu halden kendisini kurtarması için Allah'a (cc) yönelir. Nihayet ettiği duaların karşılığını bulur. Sanki yıllardır çilesini çektiği o an gelip çatmıştır. Mürşidini bulmuştur artık. Vakit durmak vakti değildir. Tutunmak, bağlanmak vaktidir. Eşi ile birlikte bir Allah Dostuna intisap eder. Jyly adını Emetullah olarak değiştirip, tesettüre girer. Mürşidinden ilk dersini alıp tasavvuf merkezli bir hayat yaşamaya başlar. Evinde ne kadar biblo, heykel varsa bunları kaldırıp yerini Hüsnü Hat ve Lafzatullah ile donatır. Tasavvuf'a intisap etmezden önce ona sıkıcı gelen her şey, şimdi onu Allah'a (cc ) yakınlaştıran bir vesile olmaya başlamıştır. Sessizce kainatı dinler. Bütün mevcudatın kendi diliyle Allah'ı (cc) zikretmesi onun tefekkürünü arttırır. "Harika! Maşuk arayışının ortasında seninle! Nerede ihtiyaç duyarsan orada tutmakta elini" (Mevlana)
129.50 ₺ -
Hadis Karşıtları Ne Yapmak İstiyor
‘’İslam dini, elbette akla değer verir. Ama o küheylanın başı boş bırakıldığı zaman neleri kırıp dökeceğini iyi bildiği için, onu dizginlemeyi uygun görmüştür’’. Uzun zamandan beri öz kültürlerinden koparılmaya ve ona yabancılaştırmaya çalışılan insanımızın yediği vurguna ve derin acıya bir çare, gönlündeki ve zihnindeki boşluğu dinini yanlış öğrenerek gidermesine bir önlem olarak yazılan bu eserde hadisi şerifler üzerinden oluşturulmuş kafa karışıklıklarının giderilmesine gayret edilmiştir. Müellifin tarifi ile ‘’hadis karşıtlarını ikna etmek için değil, din kardeşlerimi onların tuzağına düşmekten korumak için’’ kaleme alınan bu kitap, yüzyıllardır süre gelen ve son zamanlarda sesini duyurmaya başlayan sünnet karşıtı mihraklara seviyeli ve sağlam bir set olma özelliği taşıyor.
221.00 ₺ -
Lâle Devri
Bu işler yapılırken bir gece daha geçmişti, isyanın üçüncü gününe girilmişti. Padişah, Patrona notasına henüz ne müsbet ne menfi cevap verdiği gibi, Patrona da sarayı muhasara etmiş değildi. İbrahim Paşa bu vaziyetten istifade ile bostancıları, içoğlanlarını silahlandırmak istedi. Namert heriflerin hepsi bir deliğe saklandığından, eline silah verilecek yirmi otuz kişi bile bulunamadı. Patrona, külfetsizce muzaffer olmak üzereydi ve koca bir padişah, çorapsız bir tellalın önünde sukut ediyordu... Turhan Tan'ın Yedigün dergisinde tefrika edilen bu romanı, yıllar sonra ilk defa kitap olarak yayımlanıyor. Osmanlı tarihinin en ilgi çekici dönemlerinden Lâle Devri'ni, debdebeli saray hayatıyla, lale bahçeleriyle, Sadabad gezmeleri ve tüm bunları takip eden kanlı isyanla birlikte, bu defa usta romancının kaleminden okuyoruz.
142.35 ₺ -
Selçukluların Haçlılarla İmtihanı
“Salâhaddin sağ olduğu ve Müslümanlar arasında birlik ve beraberlik bulunduğu müddetçe Kudüs’ü muhasara etmek mümkün değildir.” İngiltere Kralı Aslan Yürekli Richard Müslümanların bu gazâdan duydukları sevinç bizim aramızdaki ihtilâf sebebi ile kedere dönmesin. Kinimi söndürmek için düşmanları Müslümanlara güldürecek bir yolu elbette tercih etmem.” Sökmen “Beni vuran bu ok, bütün Müslümanlara isabet eden bir musibettir.” Belek Gazi “Allah’a yemin olsun ki, şahsım ve İslâm’ın intikamını almadıkça çardak altında gölgelenmeyeceğim.” el-Melikü’l-Âdil Sultan Nureddin Mahmud b. Zengî Kudüs’ün Müslümanların elinde olması bahanesiyle ama aslında büyük bir ekonomik yıkım içerisinde bulunan Hristiyan Avrupa’ya yeni ekonomik çıkarlar sağlamak amacıyla organize edilen Haçlı Seferleri 1096 yılından itibaren pek çok kez düzenlenmiştir. Bu seferler İslâm dünyasında birçok olumsuzluğun yaşanmasına neden olmuştur. Bu bağlamda, Selçukluların Haçlılarla İmtihanı kitabında 1096 yılında başlayan bu Haçlı Seferlerinin günümüzde de farklı şekillerde devam ettiğini söyleyen Muharrem Kesik, bugün yaşananları anlayabilmek için bu seferlerin başlangıç hikâyesini iyi bilmek gerektiğini vurgulamaktadır. Kesik, bu çalışmasıyla bin yıllık Hilal ile Haç’ın mücadelesiyle birlikte, Sultan I. Kılıçarslan’dan Sultan I. Mesud’a, Danişmend Gazi’den Nureddin Zengî ve Selahaddin Eyyûbî’ye kadar adları unutulmuş kahramanların hikâyelerini tarihin tozlu sayfalarından çekip gün yüzüne çıkarmaktadır. Bu kitapta şanlı tarihimizin gerçek kahramanlarının hikâyesini bulacaksınız…
328.50 ₺ -
Leyla Yokuşu
Farklı inançlara sahip kalplerin ortak gönüllerde buluşmasının hikâyesi bu… Bambaşka dünyalara ait insanların kesişen kaderleri… Gerçek huzurun ve aşkın peşinde beşerî aşkın manevi aşkla karşı karşıya gelmesi… Yıllara yayılan hazin bir ayrılık hikâyesi ve arayış içindeki kalplerin İslam’la tanışmasına vesile olan olaylar… Elliyi aşkın eseriyle Türk edebiyatının en üretken yazarları arasında yer alan Ahmed Günbay Yıldız, Leyla Yokuşu’nda farklı dünyalara ait insanların aşkın peşinde kesişen yollarının zorluklarını anlatıyor. Aşka, hayata ve inanca dair sorularla dolu etkileyici bir roman: Leyla Yokuşu…
204.40 ₺ -
Kalbim Kudüste Kaldı
Yüz yıl önce bugün… Kudüs, Gazze ve Filistin; Miracın beldesi, ilk kıblegâh… Birinci Dünya Savaşı’nın hakkında en az bilgi paylaşılan cephesinin ve Kudüs’ün düşüşünün hazin öyküsü… Evet!.. Devlet-i Aliyye’nin yıldızı batmak üzereydi. Yedi asırlık koca çınar bir yandan İngiliz, Rus ve Fransız kıskacında can çekişirken, bir yandan da dost bellenen Alman ve Avusturya ihanetiyle içten içe kemiriliyordu. Lawrenceların süslü vaatlerine aldanan Bedevi aşiretlerin isyanlarıysa cabası… Devlet Babanın son çırpınışlarına şahit olmanın ıstırabıyla kurtuluşu şehadette arayan Tabip Subay Faruk Hikmet… Beride kendi gerçeğini Meryem Anne’de bulmak ve kalbinin İsa’sını doğurabilmek uğruna ülkesini terk edip Kudüs’e gelen Rachel Weizmann… Rumeli, İstanbul, Halep ve Irak’tan sonra Filistin’e akan er kişi; Basel’den Viyana’ya savrulan ve nihayetinde Kudüs’te Anneler Annesini bulan hatun kişi… Aşkın ve hikmetin vârisi esrarengiz bir Sahaf, dönemin Mevlevî postnişinin subay olan oğlu, Kuşçu Baba ve onlarda kendilerini arayan iki hakikat talibi… Farkında oluruz yahut olmayız. Âşıklarımızı anarken “Tahir ile Zühre”, “Ferhat ile Şirin” deriz. Oysa Avrupalılar âşıkları yâd ederken “Romeo ve Juliette”, “Antonius ve Kleopatra” derler. Âşıkların “ile” sayesinde birbirlerine bağlanması, biri olmadan diğerinin yarım kaldığına alâmettir. Hâlbuki “ve” benzer ama ayrı olanları sıralamaya yarar. Keza bu topraklarda birbirlerini sevenler, mıknatısın iki ucu olurlar. Nikâh ile birbirlerine bağlanan sevgilileri “Zevc” ve “Zevce” olarak anlattığımız gibi mıknatısın iki ucu arasındaki cazibeye de “Zevciyat” deriz biz.
361.35 ₺ -
Simyacı Paulo Coello
Simyacı, dünyaca ünlü Brezilyalı yazar Paulo Coelho’nun üçüncü romanı. 1996 yılından bu yana Türkiye’de de çok okundu, çok sevildi, çok övüldü bu kitap. Bir büyük Doğu klasiği olan Mevlânâ’nın ünlü Mesnevî’sinde yer alan bir küçük öyküden yola çıkarak yazılan bu roman, yüreğinde çocukluğunun çırpınışlarını taşıyan okurlar için bir “klasik” yapıt haline geldi. Simyacı, İspanya’dan kalkıp Mısır piramitlerinin eteklerinde hazinesini aramaya giden Endülüslü çoban Santiago’nun masalsı yaşamının öyküsü. Ama aynı zamanda bir “nasihatnâme”; “Yazgına nasıl egemen olacaksın? Mutluluğunu nasıl kuracaksın?” gibi sorulara yanıt arayan bir yaşam ve ahlak kılavuzu. Mistik bir peri masalına benzeyen bu romanın, dünyanın dört bir yanında bunca sevilmesinin gizi, kuşkusuz bu kılavuzluk niteliğinden kaynaklanıyor.
33.75 ₺ -
Şeker Portakalı
Yazarlıkta karar kılıncaya kadar, boks antrenörlüğünden ressam ve heykeltıraşlara modellik yapmaya, muz plantasyonlarında hamallıktan gece kulüplerinde garsonluğa kadar çeşitli işlerde çalışan Jose Mauro de Vasconcelos’un başyapıtı Şeker Portakalı, “günün birinde acıyı keşfeden küçük bir çocuğun öyküsü”dür. Çok yoksul bir ailenin oğlu olarak dünyaya gelen, dokuz yaşında yüzme öğrenirken bir gün yüzme şampiyonu olmanın hayalini kuran Vasconcelos’un çocukluğundan derin izler taşıyan Şeker Portakalı, yaşamın beklenmedik değişimleri karşısında büyük sarsıntılar yaşayan küçük Zeze’nin başından geçenleri anlatır. Vasconcelos, tam on iki günde yazdığı bu romanı “yirmi yıldan fazla bir zaman yüreğinde taşıdığını” söyler.
187.50 ₺ -
Mihri Müşfik Hanım’ın İzinde
1903 Nisan'ında, 17 yaşında bir genç kız, elinde bavulu, etrafındaki ya görkeminden büyülenmiş bir halde Roma'nın orta yerinde dikiliyordu. Türkiye'de, Avrupa'da, Amerika'da yaşadı. Büyük savaşlar gördü. Büyük sanatçılarla birlikte oldu. Büyük bir ressam oldu. 1954'te New York'ta kimsesizler mezarlığına gömüldüğünde, ardında hep sınırlarda yaşanmış bir hayatın hatıralarını bıraktı. Mihri Müşfik, 20. yüzyılın başında Türkiye'de kadın olarak "var olma" savaşına kendini adamış bir figürdü. Aynı yüzyılın sonunda, aynı coğrafyada çevirmen Ulaş Ekin adım adım Mihri Müşfık'in izlerini takip edip İstanbul'u, Roma'yı, Paris'i arşınladı. Gerçekte Mihri Müşfikin izinden giden kahramanını nefes nefese kovalayan bir yazar mıydı yoksa sadece âşık bir erkek mi? Metinden çok yayınlanan fotoğrafa takılıyor gözüm. Mihri Hanım otoportresinin önünde poz vermiş. Elinde fırçası, başında boneye benzer 1920lere has şık şapkasıyla görünüyor. Şimdi fark ediyorum. Olgun bir kadın var karşımda. Kırkını devirmiş bir kadın. Ne zaman geçti onca yıl? Geride bıraktığı her şehirden bir yara devralmış gibi bakışları. Her aşktan, her ayrılıştan, altında yaşadığı her gökten bir iz var bu sefer Mihri Hanım'da. Gelecek, her zamanki gibi gözdağı veren müphem bir boşluk
127.75 ₺ -
Dünya Ve Ben
Bir planın parçasını oluşturan kitaplar vardır, bir de tıpkı trafik ışıklarında aniden fırlayıveren araba misali hayatınıza şiddetle giren kitaplar... İşte Dünya ve Ben, trafik ışıklarında aniden beliren türde bir kitap! Juan José Millás kendinden yola çıkarak Dünyayı ve insanın varoluş mitosunu sorguluyor. Yazmak ediminin sınırlarını zorlayarak önce yaralar açıyor ve yine o yaraları yazının gücüyle dağlıyor. Bana kendimle bir röportaj yapma işi verilmişti, alışkanlıklarımı gözlemlemek için kendi kendimin izini sürdüm. Günün birinde şöyle dedim kendi kendime: Babamın tıbbi cihazlar üzerine bir atölyesi vardı. Ve derken atölye gözümün önünde belirdi, içinde ben ve babamla Babam bir sığır filetosunda elektrikli neşteri deniyordu. Ansızın, Şuna bak Juanjo, yarayı daha açarken dağlıyor, deyiverdi. Anladım ki, yazmak da tıpkı babamın elektrikli neşteri gibi yaraları açtığı dakika dağlıyordu. O an neden yazar olduğumun sırrına erdim. Röportajı yapmayı beceremedim; sonunda ortaya çıkan bu romanla onu alt ettim. Çocukken üşümüşse insan, ömür boyu üşür! İspanyol yazar Juan José Millásın otobiyografik romanı Dünya ve Ben pek çok dile çevrildi. 2007de Planeta Ödülünü, 2008de Ulusal Öykü Ödülünü kazandı. Çocukken gelen üşüme asla geçmez. Hatta belki de bedenin gözeneklerine ur gibi sinip, elverişli dış koşulları bulduğunda, oradan tüm organizmaya yayılır. Soğuğun geldiği belli bir yer olmadığını ve onu durdurmanın bir yolu da olmadığını öğrenmiştim. Soğuk, atmosferin bir parçasını oluşturuyordu ve de hayatın. Nasıl ki gecenin varlık koşulu karanlıksa, hayatın varlık koşulu da soğuktu. Yer soğuktu, tavan soğuktu, merdivenlerin tırabzanı, duvarlar, şilte, yatağın demir başlığı buz gibiydi, lavabo musluğu ve genellikle kucaklaşmalar soğuktu. O zamanki soğuğun bugünkünden farkı yok; ısıtmaya rağmen kimi kış günlerinde kendini gösterir ve belleğin kayıtlarından gün yüzüne çıkar. Çocukken üşümüşse insan, ömür boyu üşür.
10.05 ₺ -
Pakize
Servet-i Fünûn Dönemi gazeteci-yazarlarından Süleyman Tevfik tarafından kaleme alınan Pakize, Osmanlı’nın son dönemlerinde yaşamış bir kadının hayat mücadelesini anlatıyor. Pakize, çok iyi şartlarda yetişmiş, iyi bir eğitim almış, güzel, zarif, iyi huylu ve temiz kalpli bir genç kızdır. Evlendikten sonra kocası, komşularının kızına âşık olmuş ve karısından ayrılmaya karar vermiştir. Gururlu bir kadın olan Pakize, yanına hiçbir şey almayarak evini ve varlıklı hayatını terk eder. Pakize'nin, küçük kızı Nerime ile birlikte hayata tutunma çabasının temsilidir bu roman.
69.35 ₺