-
Muğlak Ölçekli Harita
Mütefekkir ve şair kimliğini güçlü kalemiyle birleştiren Ebubekir Eroğlu’dan kendi haritamızda dolaşabilmek için sağlam bir kılavuz: Muğlak Ölçekli Harita Ebubekir Eroğlu, “Diriliş” ekolünden gelen ve Yönelişler dergisinin kurucularından biri olarak bu derginin yayın yönetmenliğini yürüten, edebiyatımızın ve düşün dünyamızın usta kalemlerinden. Aynı zamanda Türkiye’de Necip Fazıl Kısakürek ve Sezai Karakoç’la zirveye ulaşan çağdaş Müslüman entelektüel çizginin günümüzdeki temsilcilerinden biri. Eroğlu, onlar gibi “entelektüel çile”yi yazılarında yoğunlaştıran ve kitaplarında derin bir tefekkür damarını yansıtan bir yazar. Sonbahar ve Yedi İklim dergileri, takdire şayan bir kadirbilirlikle bir sayılarını ona ayırarak, kültürü içselleştiren ender yazarlarımızdan olan Eroğlu hakkında özel bir dosya hazırladı. Edebiyat eleştirmenleri onun şiiri hakkında “kendini kolay ele vermiyor. Okundukça anlamlanıyor ve derinlik kazanıyor” dediler. Aynı yorumu onun yazıları için yapmak da mümkün. Eroğlu, “Muğlak Ölçekli Harita”da, şair kavrayışı ve duyarlılığını metafizikçi ve mütefekkir yönüyle birleştiriyor. Kitap gündem oluşturmuş tartışmalı konuları ve tartışmaların dayandığı söylem kalelerini zihin dünyasında irdeliyor. Paradigmasını sorunsallar dünyasını algılamak üzerine kurmuş olan yazar, çözümü tarihî ve felsefî temellere dayanarak, gelenek ve dinden beslenen alternatiflerde arıyor. Yazara göre çağdaş insan yeni bir değişim döneminin eşiğinde ve bu dönemin umut vaat ettiğini söylemek zor. Yaşadığımız çağın şahidi olmanın ve onu aşacak değerler sistemini bulup göstermenin yolu ise modern dünyanın dayandığı ve herkese dayattığı kavramların yetersizliğini görmekten geçiyor. Yazar kitapta bu tespitleri yapmakla kalmayıp Batı ve İslam dünyasının nitelikli ürünlerinin izleğinde okura yol gösteriyor. “Muğlak Harita”yı netleştirmek için bugüne geçmişin derinliğiyle bakıyor. “Muğlak Ölçekli Harita” çağdaşlaşma mitinden yeni kolonicilik şekillerine, sözde yeni dünya düzeninden sanayi toplumuna uzanan güncel mevzuları düşünce ve günlük hayat bağlantısındaki parça-bütün ilişkisiyle irdeliyor. Sonuçta güncel ve geçici sanılanın üzerindeki perdeyi aralayıp okurunun önünde tefekkür kapıları açıyor. “Gündemdeki tartışmaların oluşturduğu söylem kalelerini temelsiz sayamayız. Daha doğrusu o kaleleri toprağın yüzeyindeki buharlaşmadan ibaret görmek akıl karı değil. Hatta, en yüzeysel olanların gerisinde yüzeysel olmayan bir felsefenin yattığını, bu felsefenin, olaylara karışanların bile farkında olmadığı bir oluşumu barındırdığını söylemek lazımdır.”
111.00 ₺ -
Çalkantı ve Dalga
Usta edebiyatçı Ebubekir Eroğlu, birbirine bağlı on bölümden oluşan denemelerinde düşünce gündemine "Çalkantı ve Dalga" ile not düşüyor. Toplumsallığı odağa alarak bireysel olanın geniş ölçekte toplumsal olanda tezahürlerini "Çalkantı" başlığında ele alırken ilk toplumlardan beri, içinde insanın oluştuğu ve insanlığın sürekli olarak etkisi altında bulunduğu değişmez insani haller "Dalga" kısmında inceleniyor. İlhami notlar olan "Çıkma" ile birleşerek üç kısımlı bir bina kuran kitap geniş bir iklimin damıtılmış özü.
74.00 ₺ -
Kovulmuşların Evi
Son dönem Türk Edebiyatı’nın takdir toplayan genç ismi Ali Ayçil’den yeni bir kitap “Kovulmuşların Evi”… “Koltuğuma yaslanırken, ‘şimdi ben bu otobüste, yirmi bir numaralı kendimin kâşifiyim,’ diye geçirdim içimden. ‘Bilet kesen kadın, on iki saat boyunca uzaktaki bir şehre değil de, yalnızca uzaktaki kendime seyahat edeceğimi bilmiyor. Şu hiçbir yere gidilmemiş günlüğün yaprakları aralandıkça, bir kez daha, kurumuş bir çiçek gibi uyandığım, ruhumu insan içine çıkmaya ikna edemediğim sabahları hatırlayacağım. Anneme iyi bir oğul olup olamadığımı düşüneceğim sık sık; hiç fark etmeden ona nasıl da yabancılaştığımı… Küçük bir odada, her seferinde suretimi huzuruna çağıran bir aynanın, beni defalarca kandırdığını anımsamak asabımı bozacak. Bütün o yıllar boyunca kendime ettiğim kötülükler gelecek aklıma; sıkça, güneş ruhumda kimi arıyordu, diye soracağım. İyi biliyorum ki, bu, yalnızca kendime yoğunlaştığım bir yolculuk olmayacak. Yol boyunca, aradığı sorunun cevabını bulamamış başka başka insanlar da, bende bir cevap olup olmadığını anlamak için gelip kapımı çalacak. Bazen, vazosuna her gün yeni bir çiçek koyan orta yaşlı bir kadın olacak bu misafir, bazen bir dilenci, bazen bir gardiyan... Bazen de, insanların kapısını çalan ben olacağım: Kimi vakit merakla, oturdukları masaya kulak kabartacağım, kimi vakit indikleri kıyılarda dalgalarla konuşurken ya da büyük bir felakete arsızca sevinirken yakalayacağım onları. Kapısını çaldıklarım arasında, her uyandığında kızlarıyla baş başa verip, rüyalarını yorumlayan kadınlar da olacak, kendini burcunun kaderine teslim edenler de…’ Otobüs, şehrin çıkışındaki gişelere yanaşırken, ‘bana yirmi bir numaralı koltuğu veren, ojelerinin yarısı silinmiş, yüzü hayattan şikâyetçi kadın da artık hafızamın bir parçası sayılır,’ diye geçirdim içimden. ‘Tozlu kasabaların, herkesin ölümünün anons edildiği taşra şehirlerinin, fişek atmaya giden kızların, ansızın boşalan yağmur yüzünden oraya buraya kaçışanların, ilk sayıda batacağını bile bile dergi çıkarmaktan vazgeçmeyen genç edebiyatçıların ve bir yazarın yazgısının hatırlanacağı bu arızalı yolculukta onun da bir payı var. Kuşkusuz beni bitkin düşüren bir yolculuk olacak bu; aralarında hiçbir insicam bulunmayan bir sürü hatıradan sonra yeniden dünyaya, o kovulmuşların evine geri döndüğümde, bir kez daha, ‘hatırlamak da bir ihanettir’ diye söyleneceğim.”
10.73 ₺ -
Ceviz Sandıklar ve Para Kasaları
“İnsan dünyaya bulaştıkça, dünya insanın ruhunda izler bırakır. Bu dengesiz karşılaşma, sanıldığından çok daha ağırdır. İşte ben denemelerimde, insanın kendisini kuşatan dünyayla girdiği bu dengesiz ilişkinin haritasını çıkarmaya çalıştım” Ali Ayçil “Artık seni aramaktan vazgeçtim. Bunu bana “şiir” üfledi. Yazdığım her şiirde, senin, yeryüzünde bir karşılığının bulunmadığını, şu sebepsiz sıkıntılar bize uğradıklarında evsiz kalmasınlar diye bahane edilmiş bir imge olduğunu, geç de olsa kavradım. O sıkıntılar hep gelecek ve biz onları, aslında hiç olmayan sende ağırlayacağız. O sıkıntılar nereden mi gelecek? Doyamadan terk ettiğimiz cennetten ve yarım bırakılmış çocukluğumuzdan. Yani tam dünyaya atıldığımız yerin iki yakasından.”
14.43 ₺ -
Cümle Kapısı
Kelimeyle değil, cümleyle düşündüğümü fark ettim ben. Muhal farz bile olsa "Her şeyi özetleyecek bir cümle" tutkum, mana birimimin cümle olmasından. Karmaşık cümlelerle konuşmayı sevmem, öyle düşünmemden. Başka türlü anlatamıyorum, bu yüzden mazurum ben. Faturaların, makbuzların, ihbarnamelerin arkasına. Mektup zarflarının, davetiyelerin, program kartlarının boşluklarına. Peçetelerin üzerine. Kitapların kenar sularına, kapak içlerine. Defterlen, sahifelerine değil kıyılarına köşelerine. Yazılıp da bırakılmış; bilinç kendine bile hırsız, kim bilir bazıları hatırlanmış da sonradan unutulmuş bunca cümleyi bir yerden bulup da çıkarmam. Burada böyle bir kapı açmam. Cümle kapısı: Kalbin kapısı. Sonra, sebebi malûm sırrı meçhul, yani bana muamma, tutup bu kapıyı kapatmam. Eğer beni okuyanla paylaşım isteği ve daha yakından tanışma beklentisinden değilse, defterimde kalan cümleden kurtulma isteğimden. Bir şey değil, yeni bir şey söylemek için.
148.00 ₺ -
Yol Hali
Yâ Nakkaş! Biraz gez, dünyanın hiç kimsenin olmadığını anlarsın. Nereye kök salsan bir başkalık bir yabancılık taşıdığını. Nereye adım atsan sona kaldığını. O zaman anlarsın Âdem’den bu yana bu yer’li olmadığını. O ilk adımın hatırası yerli yerinde bu kadar taze dururken neyi neresinden kurcalasan arkasından bir iğretilik bir sonradanlık çıkacağını. Mülkün Gerçek Sahibi bu kadar zahirken, toprak üzerinde kimsenin kimseye öncelik hakkı bulunmadığını, sadece bazılarının biraz erken geldiğini bazılarınınsa biraz geç kaldığını.
192.40 ₺ -
Yakınlık
Ne içine kapanmak sorunları çözer hayatta, ne de alıp başını gitmek. Çünkü insan gittiği yere kalbini de götürür. Kalbin her zaman aradığıysa ‘yakınlık’tır. Mustafa Ulusoy, bizi kalbimizin aradığı ’yakınlık’a çağırıyor. Yine, insanın iç dünyasında olup bitenlere ’yakın’dan ve bilgeliği arayan bir bakışla yaklaşıyor. Narsistik arzu çağına, varlığın dilini okuyup dilsizlikten kurtulmaya, insanla kâinat arasındaki bağlılığa, kadın erkek ilişkilerine, çocuklara Mutlak Varlığın nasıl anlatılacağına, sonsuzun tanığı olmaya değiniyor. Kimi zaman öykü, kimi zaman makale kıvamında denemeler biçiminde kaleme aldığı yazıların hepsi gelip bir noktada buluşuyor: Kalbin O’na yakınlığı. “İki insan arasındaki mesafenin hiç kapanmayacağını ve bir insanın başka bir insanı mutlak olarak anlayamayacağını fark edince, kalbini O’na açtı. İstediği şeyi insanlar veremeyecekti. İnsanların kötü niyetinden kaynaklanmıyordu bu. İstediği şeyi vermiyor değillerdi. Veremiyorlardı. Onu mutlak olarak ancak Mutlak Varlık anlayabilirdi. O’nun kendisini mutlak olarak anladığını hissedince, içindeki uzaklıklar kapandı; Mutlak Varlık, ona mutlak yakındı.”
9.94 ₺ -
Nietzsche Ve Babaannem
Nietzsche felsefeciydi. Babaannemse yalnızca bu gezegende yaşayan biri. İlla ki bir etiket vermek gerekirse, ev hanımı. Nietzsche, üniversitede ders verirdi. Babaannem, okuma yazma bilmezdi. Hayatında hiç okul yüzü görmemişti. Çok tanınmış biriydi Nietzsche; bütün Avrupa ondan hayranlıkla bahsederdi. Babaannemse yalnızca kendi köyünde tanındı. Nietzsche ve babaannem, aynı gezegenin misafiri oldular. İkisi de, bir anne ve babadan dünyaya geldiler. Aynı donanımlara sahiptiler. Ne Nietzsche’nin fazlası vardı, ne babaannemin eksiği. İkisinin de bir karar vermesi gerekiyordu. Tercih etmedikleri bir dünyada, yaşamlarını sonsuza dek etkileyecek bir ′tercih’te bulunmalıydılar. İşte o karar aşamasında yolları birbirinden ayrıldı. Aynı gezegenin iki yolcusu, iki ayrı yöne gitti. Nietzsche kolay olanı seçti, babaannemse zor yolu. Herkes, kendini çok iyi tanıdığını sanır ama en az tanıdığımız kendi ruhumuzdur. Mustafa Ulusoy “Nietzsche ve Babaannem”de bu en insani ama aynı zamanda en çetin meseleyi irdeliyor. Hayatın anlamı, ölüm, hiçlik, sonsuzluk arzusu, hayata ve kendine yabancılaşma, mutsuzluk, anlaşılamama gibi bütün çağların ortak meselelerini her dönemin insanına cevap verecek bir saflıkla ele alıyor. Ve herkesin payına kendi iç dünyasındaki düğümleri çözmeye yardımcı olacak ipuçları düşüyor.
9.60 ₺ -
Kulluğum Sultanlığımdır
Bütün varlıkları yaratan Yaratıcı kimdir, nitelikleri nelerdir, O′nu nasıl tanıyabiliriz, hakiki inanç nasıl kazanılr, iman kime nasip olur? Kader nedir, alınyazımız belliyse yaptıklarımızdan niçin sorumluyuz, niye kimi zengin kimi fakir yaratılıyor, deprem kaderimiz mi? Ahiret ne demek, ölümün hakikati ne, ruhun bedenle ilişkisi nasıldır, ölen insan nereye gider, nelerle karşılaşır, ölümden dirilişin belirtileri nelerdir? Evrende hangi tür varlıklar yaşıyor, cinler, melekler, şeytanlar nasıl varlıklar, bizimle ne tür bir ilişki içindeler? Bu kitap inancın temellerini ele alıp önemli inceliklerini ortaya koyuyor, akla gelebilecek kuşkulara cevaplar sunuyor, kulluğun insanı nasıl da arındırdığını, yücelttiğini,, mutlu ettiğini özlü bir biçimde anlatıyor. Dileyen inanmak için, dileyen inandığı için okusun.
31.50 ₺ -
Dört Mevsim Bahar
Ömer Sevinçgül′den hayat sahnesinde birer bulut gölgesi hızıyla kayıp giden insan figürlerini, sanat aynasında yansıtarak belirgin kılan öyküler...Türlü yaşantıların satır araları gün yüzüne çıkartılıyor, birer düşünce konusu, birer duygu objesi yapılıyor. “Kırmızı Sevgi”, “Her Kışın Baharı Var”, “Allah Nerede?”, “Gonk!”, “Bir Yaprak Düştü”, Ben de İnsanım”, “Unutma!”, “Soruları Biz Sorarız”
4.45 ₺ -
Delilik Ülkesinden Notlar
“Akıllılar dünyasının bir kıyısında, sisli bir dağ başında çöreklenmiş, dünyayı kendimce anlamlandırmaya çalışan bir deliyim. Akıllılardan çok farklı olduğumun bilincini her an taşıyarak, onları gözetliyorum. Sürekli, duygularımı ve düşüncelerimi, akıllıların dünyasına özgü tarzda kodlamaya çalışıyorum. Başka türlü, iletişim kurmak, konuşmak imkânsız olur. Ben başkalarını gözetlerken, bir başka göz beni gözetliyor. Beni gözetleyen o gözü gözetleyen başka bir göz daha var. Daha ötelerde, onu da gözeten bir göz var. Mutlak’a kadar zincirleme giden bu korkunç yabancılaşma ve gözaltı duygusu içinde, ancak Allah, en uçta Allah’ın var olduğu inancı güven verebilir.” Ayşe Şasa, Yeşilçam’ın ünlü ve yetkin senaristlerinden biri. 1963 yılından itibaren Türk sinemasında Murat’ın Türküsü, Son Kuşlar, Ah Güzel İstanbul, Utanç ve Gramofon Avrat gibi filmlere imza attı. Şasa, İstanbul’un seçkin ailelerinden birine mensuptu. Ancak evde bulunmayan anne ve baba, baktığı çocuğu çocuk diye sevmek yerine, başarılı bir projeyi tamamlamak hırsıyla ele alan mürebbiyeler, çok kişinin imrendiği bir hayat yaşayan Ayşe Şasa’yı derinden etkiledi. Modern Batı düşüncesinin aklı kutsayan yapısı onun sorularına cevap veremiyordu. On sekiz yıl boyunca şizofreniyle başa çıkmaya çalıştı. Ve sonunda İbn Arabî’yle tanıştı. Bundan sonraki hayatı, öncekinden çok farklı olacaktı. “Delilik Ülkesinden Notlar”, Ayşe Şasa’nın reddettiği ve sonradan tanıştığı iki dünya arasındaki serüveninden notlar içeriyor. Akif Emre’nin söylediği gibi, “Ayşe Şasa, modern Batının tek geçer akçe saydığı aklı aşmanın tehlikeli yolculuğu sırasında tuttuğu seyir defterinin sayfalarını okuyucuya açıyor. Delilik Ülkesinden Notlar, adeta aklı akılla yenerek sahile ulaşmanın öyküsü.” Şasa’nın “delilik ülkesi” derken, şizofreniye mi yoksa modern batının yaslandığı aklın tükenişine mi gönderme yaptığı kitabın satırları arasında…
103.60 ₺ -
Dar Kapıdan Geçmek
Dar Kapıdan Birlikte Geçmeye DAVETLİSİNİZ! Senai Demirci, bu kitabıyla bizleri, aşılabildiğinde aydınlık bir hayata götüren ′dar kapıdan geçmeye′ hazırlıyor. İnsanı, kendini ve kâinatı keşfetmeye, haddini ve Rabbini bilmeye çağıran denemelerle okuyucuyu akli ve kalbi bir yolculuğa çıkarıyor. Üstelik bunu, ipek yumuşaklığında bir dil ve sağlam bir fikir örgüsüyle sunuyor. Kitabın içinde bahsedilen başlıca konular, • Rıza-yı ilahi için yaşamak • Sebepler perdesinin arkasındaki hakikat • Rabbe kul olmak • Allah’ın yaratışındaki mucizeye ülfet kesbetmemek • Hayret nazarını korumak • Akıl ve nakil dengesinde yürümek • Nefis mücadelesini diri tutmak
7.54 ₺ -
Hayata Dair Notlar
Yazdığı romanlarla binlerce gencin hayatını değiştiren, onlara iyilik, erdem, fazilet ve ahlak konularında yol gösteren Ahmed Günbay Yıldız bu sefer yılların verdiği yaşam deneyimlerinden süzülen birikimlerle okur karşısında. “Hayata Dair Notlar”ı, hayatımıza dair düşüncemize ufuk açan, belleğimizde iz bırakması muhtemel düşünceler yelpazesinin satırları arasında “Hayata Dair Notlar için dolaşalım biraz" diyerek takdim ediyor yazar. "Hayata Dair Notlar”ın satırları arasında saklanan yitik dünyalar, doğruyu güzeli ve erdemlikleri yakalayabilmemiz için küçük birer seyahattir diyor yazar.
8.14 ₺ -
Şöyle Garip Bencileyin
“Güzellik ne oradadır, ne burada; ne şu zamanda, ne bu zamanda; ne Roma’da, ne Atina’da. Güzellik, hayran olabilen bir ruh neredeyse oradadır. Başka yerde ararsanız, nafile! İşte, çok merak ediyorsanız, asıl mesleğim bu. İşim yeryüzünü gezmek. Köşe bucak, dere tepe. Gecesiyle, gündüzüyle, yazıyla, kışıyla, solan yapraklarıyla, açan çiçekleriyle Allah’ın bu güzel eserlerini seyretmek. İnsanda, kâinatta Allah’ı görmeye, anlamaya çalışıyorum. Onun için hayatımı bütün lüzumsz teferruattan arındırdım. Allah’ın bizim için kurduğu bu güzel bahçede, dinmek bilmeyen bu neşe ve hareket öylesine uyumlu ki bunları gören bir insanın aklına çirkin bir şey gelmemeli, zihnine günah düşmemeli. Yeter ki insan, alışkanlıklarının tanıdık sahilini terk etmeyi göze alabilsin. O zaman bak sen, ne yeni kıtalar, ne yeni dünyalar keşfetmeye başlar kendi iç dünyasında.” Bir yudum su, bulutlar, yaprak, toprak, kar, hatta kendi ellerimiz... Bu kitap böyle ‘alışılmış’ şeyleri ele alıyor; ve her birinden ‘alışılmadık’ dersler çıkarıyor. Gündelik hayatın akışı içinde bakıp da göremediklerimizden, O’na dair pencereler açan bir kitap... Bir tefekkür hazinesi...
5.92 ₺ -
Paramız Yoksa da Haysiyetimiz Var
Bu kitapta okuyacaklarınız, otuz sekiz yaşında dolu dolu yaşadığını sanmakta olan bir adamın geriye dönüp baktığında, zayıf hafızasına bir yerlerden takılıp kalmış gerçek hayat kartpostallardır. Onlardan herhangi birini, dilediğiniz birine armağan edebilirsiniz. Bu bir şiir ya da hayatın kıyısından küçük bir anı olabilir. Çünkü bütün bunları sizlerin de var olduğu bir dünyada sizlerle birlikte yaşadım...İçimde herhangi bir devi, bir ejderhayı, bir teyzeyi, misket oynayan küçük bir çocuğu, yazlık bahçe sinemasında Sadri Alışığa katıla katıla gülen bir genç kızı bir yerlerden tanıyabilirsiniz. Puslu bir Cihangir sokağının sabahında başımın üstünden geçen birkaç kurşunla da bir yerden tanışıklığınız olabilir. Aslolan, galiba paylaşma yeteneğimizi sevmek galiba. Çünkü bu namert yenilgiler, insafsız acılar ve bütünüyle kahpe dünyanın fendelekleri gerçekten paylaşıldıkça azalıyor. Bana güvenin vallahi doğru söylüyorum. Çalışmalarınızda başarılar...
5.55 ₺ -
Mor Mürekkep
Mor Mürekkep, birbirinden bağımsız konulardan bahseden ama bütünü dikkate alındığında ortak bir ruh etrafında öbeklenen denemelerden oluşuyor. Kimi zaman bir renk, kimi zaman bir kitap veya bir şahıs, kimi zaman da edebi bir sanattan hareketle farklı zaman ve duygusal iklimlerde kaleme alınan bu denemelerde her şeyden önce kıvrak ve akıcı bir Türkçe, bilgi dağarcığınızı zorlayan ve harekete geçiren bir birikimle karşılaşacaksınız. Mor Mürekkep’in çağrışımları okkasında duramayacak kadar zengin ve derin. MOR MÜREKKEP HAKKINDA BASINDA ÇIKAN HABERLER Bazı yazarlar vardır açtıkları dünyalar için "gizli bir teşekkür′ büyütürüz içimizde. Kalemlerinin büyüsüne kapılır, bu büyünün etkisiyle yeni yapıtlarını bekleriz hep. Nazan Bekiroğlu. “Nun Masalları" ve "Nigâr Hanım′la böyle bir etki yapmıştı üzerimizde. Şimdi “Mor Mürekkep”′le geliyor. Mor Mürekkep′in efsûnuyla kaldırıyor yüreğimizi. Mor Mürekkep, Nazan Bekiroğlu′nun hikaye tadındaki denemelerinden oluşuyor. Deneme türünün o sıcak, o samimi atmosferini sunuyor bize. Türkiye′de daha şimdiden geleceğe kalacak bir üslup olarak selamlayabiliriz Bekiroğlu′nun yazılarını. Batı ve Doğu edebiyatlarını aynı ölçüde yansıtması, sonra dramatik anlarını gözümüzün önünde serişi, kimi zaman şiirleşen anlatımla okuma zevkinin zirvelerine taşıyor bizi. Timaş Yayınları′nın estetik sunumuyla Mor Mürekkep kitapçılarda Aksiyon Dergisi Başka bir yazımda da Nazan Bekiroğlu′nun bir hikâye ve deneme yazarı olarak geçmişi sorgulayıcı bir tavrı benimsediği, hayran olduğu ve derinden etkilendiği Tanpınar gibi, geçmişte yaşamayı, fakat orada kalmayıp bugüne bir şeyler taşıyarak yeni şeylere "dönüştürmeyi" çok iyi bildiğini yazmış ve şöyle devam etmiştim: "Ne pasif bir hayranlık, ne anlamsız bir düşmanlık, önce anlamak ve anladığını iyi ifade etmek, iyi ifade edememenin bir yazar için nasıl dayanılmaz bir sancı olduğunu, esasen sanatın bu sancıdan, en iyi ifâdeyi bulma cehdinden doğduğunu da biliyor. Cemil Meriç′in deneme üslubunu benimsemiş; eksilte eksilte yazıyor, yani yazdıklarının en acımasız eleştirmeni kendisi. Sade ve çocuksu bir cümlenin, sadelikteki beşerinin peşinde. Peki bunu başarabiliyor mu ? Hem de nasıl inanmazsınız. “Nun Masalları”nı ve Zaman′daki “Mor Mürekkep” yazılarını okuyunuz. Nazan Hanım′ın. pazar günleri bu sayfanın sol üst köşesinde yazdığı Mor Mürekkep yazıları, aynı adla kitap oldu. Şiir tadında tam altmış yedi deneme. Nefis bir Türkçe. Zengin bir kültür, hayal gücü, ince bir duyarlılık ve ayrıntılara nüfuz eden olağanüstü bir dikkat… Yani iyi bir yazar için ne gerekiyorsa hepsi bir arada. Özellikle gençlerin mutlaka okumaları gereken bir kitap. Ayvazoğlu Beşir; "İki Güzel Kitap" Gelelim Mor Mürekkep′e. Soralım neden mürekkep ve niye mor… "Mürekkep neredeyse tarihe karışıyor. Kağıda düştükten biraz sonra rengini mora teslim eden sabit kalemler de öyle. Hele mor mürekkep. Aramaya kalkışsanız kırtasiyeci yüzünüze bir garip bakacak. Yine de ben işte, bütün bunları yazdım. Yazdıklarımın bir kısmım kalemime mor mürekkebi çekmeden önce ben de bilmiyordum. yazarken öğrendim. Bir kısmım ise biliyordum. Keder gözyaşlarının mor olduğunu biliyordum örneğin. Gözyaşları mor olan teyzeler de vardı hayatımda. İkiye katlanmış kağıtlar arasında bir damla mor mürekkeple oyalanan bir çocuktum. Buyurun işte burası benim içim. Bunlar ters ayaklı cücelerim. Şu köşede gece kelebeklerim, şunlar da devlerim, perilerim ve cinlerim." Fevkalade emniyetteyim. "Helal ettim gitti aklımı". Anlatmalıyım. Ne zaman kitap olacak da bir gecede okuyacağız derken vitrinde bir Mor Mürekkep. Mor Mürekkep′i kitapçıdan alınca zaman kaybı olmasın diye belediye otobüsünde başlıyorum okumaya. Gariptir kitap yine bir belediye otobüsünde bitiyor. Her yazının bitiminde -Bunlara deneme mi diyelim. hikaye mi.. Peki ne?- yeni bir film izlemiş bir sinema düşkünü gibi tedailerin sonsuz koridorlarında dolaşmaya başlıyorum. Ateş üzerinde mumdan bir gemiyim. Elindeki incileri denize atan bir Sultan İbrahim. Rahmet olması için duasına çıktığım yağmurda boğulabilirim. Hiç emniyette değilim. Hele nakkaşlığım... Kendi içimde kanattığım bir ormanın en ucunda ille de gökyüzünü boyamam nakkaş olduğumdan. Nakkaşlığımdan. Tam anlamıyla tamamlayıp çizdiğim her şeyde eksik kalışım... Ah nakkaşlığım... Başa dönelim. Hayat ve kelimelere... Yaşı kırka gelen adamın münzevi çabasına... Ve bir çiçek ismi kelebek. Söze hayatın fedası. Yazı için tüketilen ömür ve niçin. "... Çünkü içinden bir cehennem geçen ve cehennemin içinden geçen, cehennemi anlatmayı aklından geçirmez. Cennette yaşayan da yazmaz. Arşimed′e çok da aldanmayın. Bulan her zaman çığlık atmaz. Sessiz sedasız yaşayıp gider. Öyleyse yaşayan yazmaz ve ölen de yazmaz. Ölmemek isteyen yazar. Ölmeyi bilmeyen, ölmeyi beceremeyen..." Ölmemek isteyen yazardan bir soru; "Sadece güzel düşler mi kaydedilecek rüya defterine?" Ölmeyi beceremeyen okurdan bir cevap; elbette... Kara bir denizin maviliğine bakan açık bir pencereden yeryüzü insanlarının içine dolan bir meltem Mor Mürekkep. Akşam ve sabah, yağmur ve güneş... Her daim yeni bir melodi. Bir martı çığlığı değil, belki bir serçe... Kimi zaman bir gül ve kimi zaman masum bir papatya çimlerin üzerinde... Engin. F. Halid; "Mor Mürekkep Ya !"
148.00 ₺ -
Mavi Lale
Okuyanlarda tiryakilik yapan bir dil ustası. Hikayeleri, denemeleri ve araştırmaları ile kısa zamanda çok geniş bir hayran kitlesi oluşturan, okurların ellerinden bırakamadığı kitaplarıyla Nazan Bekiroğlu artık denemeleriyle de Timaş’ta. “Mavi Lale”, dünün değerlerini unutmadan, bugünün değerlerini de yadsımadan her ikisinin sentezinden oluşan bir bakış açısıyla geçmişi geleceğe taşıyan bir zihnin ürünü. Bekiroğlu’nun usta kalemiyle, sinemadan edebiyata, hayattan ölüme uzanan serin ve renkli bir yolculuğa çıkarıyor Mavi Lale. MAVİ LALE HAKKINDA BASINDA ÇIKAN YAZILAR Nazan Bekiroğlu’nun Mavi Lale Kitabı alınca, 1950′li yıllara gittim. Ellili yılların ortalarıydı. Lisede idim. Türkçede inatlaşma yeni başlamış, daha etkisini göstermemişti. Yakup Kadri′nin nesir dilinin güzelliği, hemen herkes tarafından kabul edilirdi. Edebiyat hocamız Fikret Ateş hanım "Erenlerin Bağından" kitabını tavsiye etmiş, kardeşimle ben de çoğu defa, yüksek sesle okumaya başlamıştık. Nazan Bekiroğlu′nun dili de o yılların güzel Türkçesine çok benziyor. Kitapta, sınırlı bir dünya yok. Hafız Osman′dan Şekspir′e, Giotto′ya uzanan bir dünya var. Bazı denemeler ise, aslında küçük hikaye. Bir ev kadınının kızına doğum günü hediyesi olarak Polyanna′yı alması ve sonunda kendisinin okuması gibi, sevimli hikayeler. Erkeksi yazar olmaya çalışarak argoya başvurmayan, kadınsı yazmak için zorlanmayan Halide Edip gibi bir yazarımız Nazan Bekiroğlu. Halide Edip′e benzetmem, sadece kadın veya er¬kek yazar olmaya çalışmaması yönünden. Nazan Bekiroğlu, Halide Edip kadar Batı′ya açık, fakat ondan da¬ha fazla İslam tasavvufuna yakın. Bu da Bekiroğlu′nu daha ilgi çekici kılan bir yön. (Görüntüler ve Görüşler - Hüsrev HATEMİ) Benim. Hani o Mavi Lale′ Nazan Bekiroğlu, denemelerini topladığı ′Mor Mürekkep′ adlı kitabının yayınlanması üzerine, kendisiyle 16 Mart 2000 tarihinde yapılan bir söyleşide; “Şimdilerde bir Osmanlı çinisinin alt köşesine imza düşürülmüş mavi bir Osmanlı lâlesi... Neler düşünür, merak etmedeyim.” demişti. Şimdi, bu sözlerin söylenişinden bir yıl sonra, denemelerinin ikinci kitabı ′Mavi Lâle Yitik Lale′ ile yine okurlarının huzurunda Bekiroğlu... Kitaba adını veren “Yitik Lâle". Refâkat. Mavi Lâle ve Ölü Şehzâde ve ′Toprağa Düşünce Lâle′ yazılarından yola çıkarsak, o yine ′insanların, toplumların ve zamanların ruhunu taşıyan eşyalar′ı konuşturmaya, konuştururken onların ruhunu onları yapan insanların ruhunu anlamaya davet ediyor bizi. Modern zamanların ′ben′ demekten hoşlanan çocuklarına ′ben′lerini geçmişe doğru açabilmelerinin başka ′ben′lerle birleşebilmelerinin imkânını gösteriyor. “Benim, Hani o mavi lâle.” diyebiliyorken. Ve Nilüfer ve menekşe ve gül ve Topkapı Sarayı ve sır kâtibi ve padişah... diyebiliyorken. Bekiroğlu, denemenin cümle kapısını sadece tarihin kervanlarına açmıyor, sadece Doğu′yla söyleşmiyor elbette. Biraz da kalbinin Doğu′suyla popüler filmlere ve yine klasik romanlara da bakıyor desek acaba yanılmış olur muyuz? Trumann Show, Matrix, Kara Kedi Ak Kedi, Joe Black, Melekler Şehri onun kalp imbiğinden süzülüp, kaleminin ustalığıyla beyaz perdeden ak kâğıda düşüyorlar bir bir. Bozkırkurdu, Sidharte, Diriliş, Anna Karenina, Don Kişot, Kuzen Betty, Piedra Irmağı′nın Kıyısında Oturdum Ağladım, ruhunda yeniden yankılanıyor ve endam aynalarına düşüyorlar daha açık görebilmemiz için. ′Mavi Lâle–Yitik Lâle′ denemelerden birinde geçtiği gibi bir refâkat aslında. Yitmeye yüz tutacak kadar ihmal görmüş bir ′geçmiş′ ve her an avuçlarımızdan yitip gidecekmiş gibi duran ′şimdi′ için bir refâkat. ′Ben′ derken. ′be′nin altındaki noktada bir sır hazinesinin yattığını bilmeyen bir kuşağa. Tekrar ′ben′ini tekemmül ettirebilmesi için bir refâkat. Özet olarak bir güvercinlik Bekiroğlu′nun yazıları. Uçup gittiğini zannettiklerimiz tekrar oraya dönüyorlar.
20.35 ₺ -
Sevmek Ölmekle Başlar
"Ben orta şekerli kahveyi çok severim. Sonra şafak vakti yağan yağmurun serinliğini... Gün daha doğmamışken, eski bir İstanbul sokağında yokuş tırmanmayı...Siz alçak bacalardan tüten dumanla haşir neşir olmuş daracık İstanbul sokaklarını bilir misiniz? Veya eski bir mezarlıkta, üç yüz sene önceki asaletiyle bugüne tavır koyan, yıkılmaya yüz tutmuş sarıklı mezar taşlarını... Sonra çocuk duygularını. Seyretmekle, duymakla, sevmekle doyamadığım çocuklar... Bütün bitişleri "Bittiii..." diyerek, el çırparak karşılayan saf gönüller. Ve onlar kadar saf olmayı beceremeyen gönülleriniz... Çocuklar da geride kalacak. Siz de geride kalacaksınız. Çünkü öleceğim...."
6.66 ₺ -
Tezgahın Üstünde İstanbul
İstanbul’dan yolu geçmiş herkesin mutlaka bir İstanbul hatırası vardır… Ve bir İstanbul hatırası anlatılmaya başlandığında, herkes kulak kabartır. Paylaşılmaya değerdir İstanbul hatıraları. Uzun uzun anlatılmaya değerdir… Murat Başaran son kitabı “Tezgâhın Üstünde İstanbul”da kendi hatıralarını samimî ve şiirsel üslubuyla okuyucularla paylaşıyor. Bizi İstanbul tarihinde böyle eşsiz bir seyahate çıkardığınız ve çok kıymetli hatıralarınızı, hayallenizi, duygularınızı ve düşüncelerinizi bizimle paylaştığınız için teşekkürler Murat Başaran…
4.11 ₺ -
Uzak Geceye Mektuplar
Murat Başaran′ın tanıdığımız ve çok sevdiğimiz üslubuyla kaleme aldığı, kimi zaman şiir, kimi zaman hikâye, kimi zaman deneme tadındaki yazılarından oluşan yepyeni bir eser daha... Uzak Geceye Mektuplar, geçmişe özlem duyan; geçmişte iyi, güzel, doğru, kaliteli ne varsa bugüne taşımak isteyen hassas ve inançlı yüreğin kaleminden dökülenler...
4.80 ₺ -
Zamansız
"Bir an gelir, yabancı bir şehirde, lisansız kalır insan... İnsansız kalır! Susmanın vakti gelip çatmıştır ve üstelik geç fark edilir... Telaşları, şehrin artıkları gibi rüzgâra verme zamanıdır; avare sürüklensinler...Muhasebe için çok geçtir; mesai bitmiştir bu şehirde... Yanında taşıdığın bütün çantalar anlamsızdır... Ve hazırladığın armağanlar... Usulca bırakırsın bir köşe başına... Ve hiç kimse gibi veya herhangi biri... Karışırsın kalabalıklara..."
5.14 ₺ -
Yusuf ile Züleyha
Nasıl herkese duyurur da sesimi derim: “Bu anlattığınız ben değilim. Ben bu anlattığınız değilim. Yusuf′u ben nasıl yerim? Ben Yusuf′u nasıl yerim?” Sözünün bu kısmına gelince kurt, nemli gözlerinden boncuk gibi yaşlar dökülmeye başladı. Gri tüylerle kaplı göğsü, ön ayakları ıslandı. Bir ah çekti derinden derine. Islak burnu daha ıslandı. Ve devam etti: “Ben şimdi adımı nasıl temize çıkarayım. Alnıma sürülen bu kapkara lekeyi neyle, nasıl yıkayayım? Öyle bir leke ki değil bana, yeter kıyametin kopacağı güne değin gelip geçecek tüm torunlarıma. Tek muradım, bütün yaratılmışların sahibi olan Tanrım. Bu ayıpla yaşatamazsın beni. Ya alsın yeni doğmuş bütün kurt yavrularıyla birlikte canımı, kurt neslinin dalı yaprağı burada kesilsin, ya da adım temize çıksın.”
148.00 ₺ -
Tahir ile Zühre
Ateşe yazgılı pervaneler "Aşığın elindeki kâr sadece aşk. Ve aşk yordamına sahip gönül. Aşkın sürekli göçebesi. Hep yürümek zorunda o; kendinden aşka, aşktan sevgiliye. Ki aşkın yegane koşulu sevgiliyi aramaktır. Bulmakta aramaktır. Aşığın aşktan bütün nasibi, aramak...Aşk, gönül konutunu aydınlatsın. Bu yeter aşığa. Can konutu kime adanmış bunu bilsin yeter. Artık gizli kanatları vardır aşığın; yâr ile arasına giren mesafelerin üzerinde, açılır kapanır gizlice. Aşk kalmamışsa kanatlar da hissedilmez. Ama aşk varsa, aşık sevgilidedir daima. Mesafeler ise aşk üzüntüsünün mecazı. Böylece bilir ki üzüntü kaldıkça aşk da var demektir. Aşkın çilesini bir can çekişmesi gibi duysa da, sevgili hayaliyle diridir o. Doğru aşk, geleceği olan aşk, böyle birbirinden can alıp veren sevgililerin aşkıdır; yaralar ama yaralanmaz."
4.11 ₺ -
Süleyman ile Belkıs
“Ve gerçek şu ki. Biz Davud’a ve Süleyman’a bilgi verdik. Bu yüzden onlar “Bizi inanan kullarından birçoğuna üstün kılan Allah’a hamd olsun’ derlerdi. Ve Süleyman Davud’a mirasçı oldu. O da şöyle derdi: ‘Ey insanlar. bize kuşların dili öğretildi ve bize her şeyden cömertçe bir pay verildi. İşte bu apaçık bir lütuftur” (27 Neml 15-16)Hüthüt. ordusu insanlardan. cinlerden. çeşit çeşit kuşlardan ve başka bir çok yaratıktan oluşan Süleyman’ın. bu dünın en kudretli hükümdarının postacısı ve istihbatar subayıdır. Bir gün uzun süre ortalarda görünmeyerek Süleyman’ı gazaplandırır. Oysa döndüğünde Sebe ülkesinden bir nebe. yani önemli bir haber getirmiştir. Süleyman’a gördüklerini anlatır. Sebe ülkesi üç dağın arasında kurulmuştur ve orada yüzlerce su bendi vardır. Bu bentler sayesinde Sebe halkı hem baharda taşkınlardan korunmakta. hem de yazın şiddetli sıcaklarında kuraklık çekmemektedirler. Orada her türlü meyve ve zenginlik vardır. Ve sebe ülkesine hükümdarlık eden Belkıs’a bütün nimetlerden bolca verilmiştir. Asalet. zenginlik. güzellik. iktidar. akıl ve hikmet....Fakat ne yazık ki Sebe ülkesi halkı bir olan Rablerine değil de güneşe secde etmektedirler. Süleyman bir mektup yazarak Sebe melikesi Belkıs’a gönderir ve onu Hakk’a ve kendisine tabi olmaya davet eder. Süleyman’la Belkıs arasındaki yazışma Belkıs’ın Süleyman’ın Rabbi’ne iman emesiyle ve ülkesiyle birlikle yüreğini de Süleyman’a tabi kılmasıyla sonuçlanır. “Aşk insana hiçbir Tanrı bilgininin öğretemeyeceğini öğretir” der Belkıs. Süleyman aşkın sonsuzluğunu simgeleyecek. ve kulların Tanrı’ya bağlılığını belgeleyecek bir yapı kurmak ister. Bu kutsal ev daha önce Süleyman’ın atalarının mabedler inşa ettikleri yerde inşa ettirilir. Adı İlya Mescidi’dir. Süleyman der: “Mabedi kutsal kılan aşktır. Aşkı çekip alırsan feleklerin devranı dönmekten vazgeçer. Evren aşk üzere dönmektedir.” Ve cinlerin bilgisizliği sahnesiyle öykü son bulur. Süleyman ile Belkıs Yusuf ile Züleyha’dan sonra konusunu Kur’an-ı Kerim’den. dolayısıyla tefsir ve hadisten alan ikinci kitabı aşk klasiklerinin. Fatih Okumuş’un hem ilahiyat doktoralı bir yazar. hem de “Sevgili Kasidesi” adlı kitabıyla isbat-ı rüşt etmiş bir şair oluşunun birleştirici güzelliği her satırda kendini hissettiriyor. Kitabı okuyunca bir kez daha ikrar ediyorsunuz: Alemde ne var ki aşktan özge Beyhude nefes tüketme şair Bitmez sandığın şu ömür Bir sade fasıldır aşka dair
5.14 ₺ -
Şem ile Pervane
Gökyüzünde ne kadar yıldız varsa, yeryüzünde de o kadar hikâye yaşardı. O hikâyelerde herkesin bir yolu, her yolun bir yolcusu olurdu. Kimisi için bir hücreydi akıp geçen zaman, kimisi için her şey yeniden başlardı her an. Kimisi için bir uyku, kimisi için bir rüyaydı. Bazı hikâyeler bir zindanda unutulan kimsesizler gibi silinip giderdi. Bazıları da anlatılan rüyalar gibi zamana yayılır ve yorumlanırdı durmadan. Kimi hikâyeler ise bir sır bırakırdı muhatabına; bazen kulaktan kalbe varmaz uutulur, bazen de sır gerçekleşiverirdi bir yerde... İşte o hikâyelerden biri de Şem ile Pervane; sonsuz ve unutulmayan. Ne kadar yazıldı, söylendiyse de, her devrin gök kubbesinde bir yıldız gibi parlak kalan. Okuyacağınız bu nüsha ise, Şem ile Pervane’nin gezegenine yapılan bir hayal yolculuğu…
4.11 ₺ -
Mem ile Zin
Gözyaşlarının aydınlığında, Mem ile Zin. Şairin ′Ah mine′l-aşki’ ve halatihi / Ahraka kalbi bi hararatihi′ dizelerindeki gibi yakıcı bir öyküdür. Burada da Me,. Zin aracılığı ile kemale erer ve ′aşk′ın aşkınlaştırıcı işlevi bir kez daha kendisini gösterir. Botan havzasında ( bugünkü cizre ) evvel baharın başlangıcı olan Nevruz′da başlayan macera, kabirde son bulur. İki sevgili ıstırap dolu yaşamı, mezarda birleşerek noktalar. Mem, ‘kıl’ gibi incecik belli, zarif sevgilisini, Bey kabre indirdikten sonra sarar ve ′murad′ına erişir. Cefa dolu bir ömrün ödülü, tıpkı Kays ile Leyla′da olduğu gibi öte dünyada kavuşmaktır. Doğulu batılı her aşk aynı yolu izleyerek aynı sona ulaşır. Okuyacağınız kitap binlerce kez anlatılmış olan o ezeli macerayı yeniden anlatmayı deniyor. Doğu kültüründeki duygusallığın izlerinin yoğun olarak görüldüğü yerlerden biri dilden dile dolaşan aşk öyküleridir. Batı kültüründeki Romeo ve Jülyet’le ağırlıklı olarak sembolleşen aşk hikayelerinin tarihi, doğu kültüründe daha eskilere ve daha derinlere dayanır. Timaş Yayınları tarafından yayınlanmaya başlayan Aşk Klasikleri dizisi de bu değerli öyküleri yeni kuşaklara yeniden tanıtmayı amaçlıyor.
4.80 ₺ -
Kerem ile Aslı
Aşıklık ne müşkül haldir. “Hayır hayır. Olamaz! Gerçekten daha gerçekti gördüğü. Güneş gibi apaşikar. Ay gibi pırıl pırıldı... Eşiğine fırlattı bedenini. Ey yazgımın gülü! Ey alnımın ak yazısı′ diye bağırdı. ‘Söyle bana hangi bağın gülüsün sen?′ Peri dile gelerek, seslerin en güzeliyle. ‘Ey yüreğimin sancısı!’ dedi. ‘Kesiş dağının gülü. İriskin bağının sümbülüyüm ben. Sen de söyle bana. Hangi rüzgar attı seni buralara?′ Şehzade, Anka kuşunun kanatlarına binmişti sanki; ‘Ey nergis bakışlım! Ey hilal nakışlım! Gönlümün rüzgarı getirdi beni buralara...′ Elif ile Lam gibi birbirlerine öyle sarıldılar ki. Ne gözler görmüş. Ne kulaklar işitmiş böyle bir kavuşmayı...
5.14 ₺ -
Hüsn ile Aşk
Yayınevimizin daha önce yayınlamış olduğu Aşk Klasikleri’nden yeni bir eser. En az onlar kadar değerli, en az onlar kadar meşhur. Şeyh Galib’in Hüsn ü Aşk’ı. Hüsn ü Aşk, tasavvuf kültüründe önemli bir eserdir. Mecazi ve hakiki aşk arasındaki farktan tutun da, aşkın ve aşığın hallerine varıncaya kadar, pek çok ince konuyu Şeyh Galib büyük bir ustalıkla anlatmış. Aşk ile Hüsün arasındaki aşk üzerine kurulu bu klasik mesnevi örneği, esasında İslam kültür medeniyetinin önemli ipuçlarını içinde barındırır. Recep Şükrü Güngör bu önemli eseri günümüz diline kazandırarak büyük bir kültür hizmeti de gerçekleştirmiş oluyor.
5.14 ₺