%100 Güvenli Alışveriş
%100 Orjinal Ürünler
700 TL ÜZERİ KARGO BEDAVA
Kapıda Ödeme
İade Garantisi
%100 Orjinal Ürünler
700 TL ÜZERİ KARGO BEDAVA
Kapıda Ödeme
700 TL VE ÜZERİ KARGO BEDAVA

1 adet ürün

1044 (1634) yılında İstanbul’da doğdu. İstanbul kadılarından Bosnalı Beyâzî Hasan Efendi’nin oğludur. Babasının ismine izâfeten Beyâzîzâde lakabıyla anılan Ahmed Efendi medrese tahsilini İstanbul’da tamamladı ve Şeyhülislâm Ebûsaid Mehmed Efendi’den mülâzemet aldı. Edirne ve İstanbul’da çeşitli medreselerde müderrislik yaptı, bu arada Sahn-ı Semân ve Süleymaniye medreselerinde ders okuttu. Halep, Bursa, Mekke ve İstanbul kadılıklarında görev aldıktan sonra 1680’de Rumeli kazaskerliğine getirildi. Ahmed Efendi İstanbul Çubuklu’daki yalısında vefat etti. Mezarı Üsküdar Divitçizâde Tekkesi bitişiğinde ailesine ait türbededir.
Tarihlerde “vak‘a-i recm” olarak geçen hadise onun Rumeli kazaskerliği sırasında meydana gelmiş (1091/1680), zina isnadıyla suçlanan şahısların recmine dair kararı bizzat kendisi vermiştir. Osmanlı kaynaklarında ayrıntılı ve kısmen birbirinden farklı olarak kaydedilen recm olayı imparatorluk tarihinde tek örnek olarak dikkati çekmektedir. Kaynaklara göre, İstanbul Aksaray’da bir yeniçeri emeklisinin hanımı ile aynı semtte ipekçi dükkânı bulunan bir yahudinin zina ettikleri mahalle halkı tarafından görülmüş, durum o sırada Rumeli kazaskeri olan Beyâzîzâde Ahmed Efendi’ye bildirilmişti. Şahitler kadının yahudiyi evine aldığını ileri sürmüşler ve açık bir ifade ile her ikisini de zina halinde bulduklarına dair şahadette bulunmuşlardı. Bunun üzerine Ahmed Efendi kadının recmedilmesine, yahudinin de öldürülmesine karar vermiştir. Bazı kaynaklarda zina fiilinin şahısların ikrarları ile sübut bulmadığı ve ayrıca şahadette bulunan kimselerin de güvenilir kimseler olmadıkları gerekçesiyle kazaskerin verdiği kararın yanlış olduğu kaydedilmektedir. Öyle anlaşılıyor ki Beyâzîzâde yalnızca şahitlerin sözlerine önem vermiş ve bunu ceza için yeterli görmüştür. Kadın, Sultan Ahmed Camii karşısında bulunan burmalı sütun yanında recmedilmiş, bir gün önce de yahudi öldürülmüştür (Özcan, s. 225; Silâhdar, I, 731). Recm hadisesi dolayısıyla başdefterdarlık rûznâmçe-i evvel kalemi kâtiplerinden Patburunzâde Mehmed Efendi Beyâzîzâde’yi hicvetmişti. Ancak bir süre sonra Patburunzâde küfrü icap ettiren bazı sözler sarfetmekle suçlanarak şikâyet edilmiş ve IV. Mehmed’den alınan bir fermanla öldürülmüştür. Onun için ölüm fermanının çıkarılmasında Beyâzîzâde’nin etkili olduğu ileri sürülmüştür.

Kuvvetli bir kelâm ve fıkıh bilgisine sahip bulunan Beyâzîzâde, Molla Çelebi lakabıyla meşhur olan Muhammed b. Ali el-Âmidî’den ders almıştır. İtikadî konularda Ebû Hanîfe ve Mâtürîdî’nin görüşlerine bağlı kalmış, eserlerinde de bu görüşlere genişçe yer vermiştir. Kendisi Ebû Hanîfe’nin kelâmla ilgili risâlelerinin şârihi olarak tanınmıştır. Kelâm ilminin Kur’an ve Sünnet’e dayandığını, Ehl-i sünnet kelâmcılarının kullandıkları delillerin Kur’an’dan alınmış olduğunu savunur. Ahmed Efendi, Kur’ân-ı Kerîm’de kelâmî kavram ve metodun bulunmadığını iddia edenlere de şu cevabı verir: “Fer‘î hükümlere dair âyetler sayılı iken yaratıcının varlığını ve sıfatlarını, nübüvvetin mevcudiyetini konu edinip işleyen ve inkârcıları cevaplandıran âyetler sayılamayacak kadar çoktur. Resûlullah ve ashabının bu delillerle ilgilenmediğini düşünenlere şaşarım.” Beyâzîzâde’ye göre dinde her şeyden önce öğrenilmesi gereken en önemli şey akaid konularıdır. Akaid alanında mutlak anlamda taklidi benimseyenler akıl yürütmeyi terkettikleri için âsi durumuna düşüp cezaya müstahak olmuşlardır. Selef âlimlerinden ilm-i kelâma karşı nakledilen sözlerin ehl-i bid‘at kelâmı için söylendiği bilinmelidir. Beyâzîzâde ayrıca aklı her türlü iyilik ve kötülüğün (hüsün ve kubuh) belirleyici kriteri kabul eden Mu‘tezile ile onu geri planda tutan Eş‘arîler’i eleştirir ve aklın gerçekleri anlamak için bir vasıta olduğunu kabul eder. Mâtürîdîler’le Eş‘arîler arasındaki görüş farklarının elli civarında olduğunu söyleyen Beyâzîzâde bunlardan otuz altı tanesini İşârâtü’l-merâm adlı kitabında zikreder. Ahmed Efendi, ilâhî dinlerin özünün ve inanç esaslarının bir olduğunu, itikadda neshin câri olmadığını, sadece fer‘î ahkâmın değiştiğini belirtir.