-
Ana Hatlarıyla Osmanlı Türkçesi ve Seçme Metinler
Üniversitelerin Tarih, Türk Dili ve Edebiyatı ve Sosyoloji bölümleri başta olmak üzere daha birçok disiplinde “Osmanlıca” ya da “Osmanlı Türkçesi” adlı dersler okutulmakta ve bu derslerde çeşitli kitaplar kullanılmaktadır. Mevcut “Osmanlıca” ya da “Osmanlı Türkçesi” kitaplarına bakıldığında, Türkçe, Arapça ve Farsça gramer konularının oldukça yoğun olduğu ve bunların her bir kitapta önemli bir yekûn tuttuğu görülmektedir. Bundan dolayı özellikle derse yeni başlayan öğrencilerin motivasyonunun sağlanmasında güçlük çekilmektedir. Ayrıca öğrencilere fazla gramer yüklemenin pratikte çok iyi netice vermediği de tecrübelerle sabittir. Dolayısıyla bu çalışmada mümkün olduğunca ağır gramerden uzak durulmaya gayret edilmiş ve öğrencilere pratikte en çok lazım olacağı düşünülen temel dilbilgisi konuları ele alınmaya çalışılmıştır. Bu gramer bahisleri sade bir şekilde ve çoğunlukla örneklendirme yoluyla izah edilmiştir. Kitapta ele alınan dilbilgisi konularının ardından, adeta ilkokul öğrencilerine hitap edebilecek kolaylıkta basit metinler ile başlanmış ve zorluk dozu gittikçe artan metinler ilave edilmiştir. Metin seçimi yapılırken sadece Tarih bölümü değil diğer ilgili bölümler de dikkate alınmıştır. Bu metinlerin orijinalleri temin edilmiş ve bunların tıpkıbasımları yapılacak şekilde yerleştirilmiştir. Zira öğrencilerin ilerde yapacakları araştırmalarda eserlerin özgün nüshaları ve dijital kopyalarıyla karşılaşacakları aşikârdır. Umulur ki bir ihtiyaca binaen ve yayımlanan bu çalışma sadra şifa olur.
60.00 ₺ -
Fatih Sultan Mehmede Nasihatler
Sultan II. Murad'ın ağzından, o sırada henüz çocuk yaştaki oğlu Şehzâde Mehmed'e onun kolayca anlayabileceği bir dille yapmış olduğu ahlâkî öğütlerden meydana gelmektedir. Burada baba ile oğul arasındaki konuşmalar bir üçüncü kişi ağzından nakledilmektedir. Sultan II. Murad oğluna hitaben dile getirdiği bu öğütlerinde, yaşadığı devrin ahlâk ve terbiye ilkelerine uygun biçimde, dünya hayatında başarıya ulaşma yollarının hemen yanı başında âhirete, yani öbür dünyaya ait düşüncelere de yer vermektedir. Padişaha göre bu dünya ile öbür dünya yan yanadır, birbirinden asla ayrılmaz; hatta öte dünya kaygısı yer yer bu dünya kaygılarına oranla daha önemli bir yer tutmaktadır. Ayrıca bu eserin özgün bir tarafı da bize, cihan fâtihi Fâtih Sultan Mehmed'in nasıl yetiştirildiğini göstermesidir. Değerli bilim adamı Abdullah Uçman'ın kültür dünyamıza kazandırdı bu çalışmada eser hem latinize edildi hem de günümüz Türkçesiyle verildi. Eserin sonunda da özgün nüshanın tıpkıbasımı yer almakta.
18.75 ₺ -
Sırrul Esrar Sırların Sırrı
İslâmî dönem tercüme faaliyetleri (9. ve 10. asır) kapsamında Aristoteles'e atfedilen siyasete dâir ilk eser Sırru'l-Esrâr'dır. Bu eserin Ortaçağlarda Doğu'da ve Batı'da sıkça başvurulan ve bilinen bir eser olma hüviyetine sahip olmasında Aristoteles'e atfedilmesi ve İskender'e hitaben yazılması önemli bir rol oynamıştır. Ortaçağdaki yaygın kullanımına ve bilinilirliğine rağmen bu kitabın menşei üzerine sorunlar günümüze kadar gelmiştir. Her ne kadar bir sözde-Aristo metni olduğu kesinse de eserin girişindeki diğer iddialar da sorgulanmaya muhtaçtır. Söz konusu kitabın elimizdeki en eski nüshası Arapçadır ve bu nüshada tercümenin Batrîk oğlu Yuhanna tarafından yapıldığı bilgisi bulunur. Eser, Arapçadan sonra Latinceye ve birçok Avrupa lisanına tercüme edilmiş; birçok sultanın ve kralın, Doğu'nun ve Batı'nın devlet idaresi konusunda başucu kitaplarından biri olmuştur. Sırru'l-Esrâr ilgi alanı yalnızca devlet yönetimi olmayan bir siyasetnâmedir. Ele aldığı konular başta devlet yönetimi olmak üzere sırasıyla, ahlâk, devlet memurlarının tayini ve idaresi, savaş taktikleri, tıp, fizyoloji (ilm-i kıyâfet), kimya, astroloji, taşlar ve bitkiler… olmak üzere oldukça geniş bir muhtevaya sahiptir.
30.00 ₺ -
Said Halim Paşa Bütün Eserleri
Mehmet Âkif'in deyişiyle, "Ümmetin en büyük mütefekkirlerinden birisi" olan Said Halim Paşa, son dönem Osmanlı düşünürlerinin tartışmasız en özgünü ve önemlisidir. Derin İslâmî kavrayışı, eserlerinde olduğu gibi kişiliğinde de kendisini somut biçimde gösteren Said Halim Paşa'nın hiç kuşku yok ki en önemli yanı düşünürlüğüdür. "Buhranlarımız" başlığı altında toplanan "Taklitçiliğimiz", "Meşrutiyet", "Bağnazlık", "Toplumsal Bunalımımız", "Düşünsel Bunalımımız", "İslâm Dünyasının Çöküşü Üzerine Bir Deneme" ve "İslâmlaşmak" ile son eseri "İslâm Toplumunda Siyasal Kurumlar", onun entelektüel gücünün kanıtıdır. Batı dünyası ve uygarlığı hakkındaki derin bilgi sahibi Paşa'nın eserlerinde Batı toplumlarının tarihsel, siyasal ve toplumsal çözümlemeleri oldukça geniş bir yer tutar. Said Halim Paşa'nın üzerinde önemle durduğu ikinci konu da İslâm dünyasının sorunlarıdır. O bu sorunları da üstün bir kavrayışla ele almış, nedenlerini, sonuçlarını büyük bir açıklıkla gözler önüne sermiştir. Ama bununla da kalmayarak, bu sorunlara ilişkin son derece akılcı, isabetli çözüm yolları üretmiş, önermiştir. Bugün, Türk toplumunun gündemini işgal eden ve düzeysiz tartışmalarla çözümsüzlüğe mahkûm edilen birçok konunun Paşa tarafından çözümlendiğini görmek şaşırtıcıdır. Bu da, Paşa'nın düşünce ve yapıtlarının günümüzde bile taşıdığı önemi ortaya koymaktadır.
37.50 ₺ -
Mülkün Sultanlarına
Nasihat`ül-Müluk`ta İnsanın yaradılış amacını esas alarak siyaset düşüncesini ortaya koyan Gazali, varlığa hizmeti görevlerin en aslisi ve en asili kabul ediyor. Dünya mülkünde bir süre konaklayacak insanoğluna ve bu mülkte sınırlı bir zamanda egemen olacak devlet idarecisine ölümü hatırlatarak mülkün yönetimine ilişkin hem teorik hem de hikmetler dünyası ile harmanlanmış tavsiyeler dile getiriyor. Mülkü aydınlatacak, varlığa sükun ve huzur verecek, insanı şerefli bir varlık olarak yaşatacak ilkeleri dile getiriyor. Gazali, dünya hayatını bir ağaç olarak tasavvur ediyor: Köklerinin toprağın derinliklerine yol bulmuş tevhidi, dallarının ise insanların dünya mülkünde gerçekleştirdikleri iş ve eylemlerinin temsil ettiği bir ağaç. Dünyayı tanıma ve bilme ile kendini bilme de bu ağacın sulandığı iki kaynak durumunda. Gazali, &`;Hükümdarların gönülleri Allah`ın hazineleridir” diyor. Çünkü &`;Şefkat, azap ve cezaya dair yeryüzünde her ne meydana gelirse, hükümdarların gönülleri vasıtasıyladır.” Gazali bu gönüle seslenmeyi, insanlığın dünya mülkünde huzur ve adaleti yaşamasının şartı kabul ediyor. Mülkün Sultanlarına… sadece devlet yöneticilerini ilgilendirecek bir eser değil. O`nun tavsiyeleri, her türden yöneticiyi muhatap aldığı gibi, bu tür vasıfları olmayan insanlara da hitap etmektedir. Çünkü bu eser hem yöneticiye, hemyönetilene bilinç verecek, onlara güzel ahlâkın hassas ve ince yolunu duyuracak, adalet, hak, hukuk ve yaradılışa uygun davranmaya yöneltecek kılavuzluğa sahip.
37.50 ₺ -
Kırk Hadis Babanzade
Yaşadığı asırda ilmî ve irfanî vasıfları kendinde toplayan büyük âlimlerimizden biri de İmam Nevevî’dir. Eserleri ve örnek kişiliğiyle yüzyıllardır ümmetin her kesimine etki etmiş, müslümaların sorunlarına yeni bir yaklaşımla nebevî çözüm yolları sunmuştur. Onun bu anlayışını asırlara taşıyan muhalled birçok eserinden biri de hacmi küçük, mânası ve tesiri büyük el-Erba’ûn-Kırk Hadis isimli eseridir. Yüzyıllar boyunca müslüman camianın her tabakasında baştâcı edilmiş bu eseri, son asrın büyük mütefekkir/âriflerinden Babanzâde Ahmed Naim Efendi nefîs bir üslup ve incelikle Türkçe’ye tercüme etmiştir. Bir tercüme olarak bu eserin, hadis gibi İslâm’ın ana kaynaklarından birine bin yıllık medeniyet birikimiyle, tabiri caizse İstanbul’dan nasıl bakıldığını ve nasıl anlamlandırıldığını görmek hususunda rehberlik etmesini diliyoruz. Yaşadığımız ilmî, içtimâî, kültürel ve hatta siyâsî inkıraz ve çıkmaza, dinin temel kaynaklarına ve onların yorumlarına yüzyılları bulan bir medeniyet birikimiyle bakan âlim/ârif seleflerimizin yaklaşımlarını keşfederek bir çözüm önerisinde bulunulabileceğini düşünüyoruz. Böyle bir yol tutarak gelenekten günümüze, kadîmden cedîde bir köprü kurmak, dinî kaynakların ve disiplinlerin tevhid nazarıyla ve sahih bir şekilde yeniden anlamlandırılması bu faaliyetin temellerini oluşturacaktır.
75.00 ₺ -
Ashabı Kehf Hikayesi
Medeniyet dünyamızda hakkında en fazla eser kaleme alınan hikâyelerden bir olan Ashab-ı Kehf Hikâyesi Kehf Sûresinin 9. ile 26. âyetleri arasında yer almaktadır. Bu eser ise müellifi belli olmayan Ashab-ı Kehflerden biridir. Hikâye çok katmanlı bir okumaya muhatap olarak adeta karşıtlıklar içinde açılımlar kazanan derinlikler sunmakta. Çünkü, bir yanda maddi güç ve iktidara sahip, Doğunun ve Batının hükümranlığı elinde olan, dolayısıyla dünyayı ele geçirmiş ve dünya tarafından ele geçirilmiş fakat dünyaya sığmayan, küfür ve delalet içinde bulunan ve şeytanın ayartmalarını hakikat zanneden bir kral diğer yanda iman ve hidayet sahibi, Hakka gönül bağlamış, hakikatten ve ona sadakatten başka hiçbir varlıkları olmayan, derin bir duyuş ve kavrayışla inanan yedi genç. Hikâye insanın dünyaya, gelip geçici olana, maddeye yönelmedikçe, şeytan tarafından alt edilemeyeceğini, ibadet ederek kibir duvarı ören kişinin ibadet etse bile ibadetinden gafil olacağını, kötülüğe devam edenin ibadet etse bile ibadetlerinin kendisine bir fayda vermeyeceğini, bilakis ibadetlerinin gafletine sebep olacağını göstermektedir. Gizli kibrin ve şeytanın iğvalarıyla ete kemiğe büründüğü, tanrılığını ilan etmiş krala karşı onun tanrılığını reddeden ve zulmünden kaçarak dağa sığınan Ashab-ı Kehf bütün hal ve davranışlarıyla bize bir örnek sunmaktadır: Kesin bir şekilde küfrün reddedilmesinin; yalanın, gelip geçici olandan kopuşun ve Hakka şeksiz şüphesiz teslim oluşun örneğini. Allah, Ashâb-ı Kehfi büyük bir mucizeye mazhar kılar. Onları 309 yıl uyuttuktan sonra uyandırır. Bu mucize, imanın temel esaslarından olan ?ölümden sonra dirilişin bir temsilidir. Ashab-ı Kehf yedi gençten meydana gelmesine rağmen onlar temsil ettikleri özellikler bakımından tek bir kişi gibi davranmaktadırlar. Ve bir ideale sahip insanların tek vücut, bir ve beraber olmalarının en ideal örnekleri olarak her zaman anılacaklardır. Ashab-ı Kehf Hikâyesinin metnini ve sadeleştirmesini kültür dünyamıza kazandıran Songül Aydın Yağcıoğlu metnin anlam evrenine nüfuz eden incelemesiyle de okurlarımıza bir armağan sunmakta.
45.00 ₺ -
Aristotelesten Savaş Adabı ve Ahlakı Adab-ı Harb ve Üslub-ı Ceng
"Savaş" bütün zamanların en çetin realitesi. İki tarafı da keskin bir bıçak gibi tehlikeli. Bir bakıma da kullanımı niyetlere göre şekillenen doğal bir durum. İnsanın en soylu ve kayda değer taraflarından biri olabileceği gibi, yine insanın en zalim tarafını da açığa çıkarmakta. İster mücadele kelimesiyle dile getirilsin ister savaş kelimesiyle tanımlansın, insan önce kendindeki olumsuzluklardan başlayarak topluma ve tüm dünyaya doğru genişleyen bir perspektif içerisinde sürekli savaşmakta. Savaşı ve kavgası olmayan insan ne kadar insan? Ve olur olmadık her şeye savaş açan insan ne kadar insan? İnsanın bu dünyadaki yegane vazifelerden biri nerede ve hangi şartlarda bulunursa bulunsun barışa hizmet etmesi. Dünya tarihi iyiliğin ve kötülüğün mücadelesi şeklinde cereyan ediyor. İnsan da bu tarihte ya iyiliğe hizmet ederek kayda geçiyor, ya da kötülüğe alet olarak. Elbette "savaş"ın öncelikle kelimelerle olması, sözün önce kulaklara ve oradan da gönüllere ulaşmasıyla gerçekleşmesi en makbulü. Ya kulaklar duymak, gönüller nefretle dolu ise. İşte burada insanın temel değerleri koruması, erdemlere arka çıkması için başka yöntemler geliştirmesi gerekiyor. Bu yüzden kalem ve kılıç iki savaş aleti olarak kabul edilmiş. Bazen biri yeterli olmuş, bazen diğeri ve çoğu zaman da her ikisi birlikte. İşte bir kalem erbabı olan Aristoteles'in kılıç erbabı olan İskender-i Zülkarneyn'e yazdığı bu eser savaşın bir adabı ve ahlâkı olması gerektiğini göstermesi bakımından önemli bir kaynak.
33.75 ₺ -
Arapların Gözüyle Türkler 9-12. Yüzyıllar
Arapların Gözüyle Türkler, Şerafeddin Yaltkaya'nın farklı zamanlarda Arapçadan tercüme ettiği ve Türklerin askerî ve ahlâkî üstünlükleri hakkında Arapça kaleme alınmış nesirleri ve şiirleri biraraya getirmekte. Bu üç metinden ilki meşhur Arap nesir yazarı ve âlimi Câhiz'in Risâle fî Fazâili'l-Etrâk–Türklerin Faziletleri; ikincisi İbni Hassûl'un 11. yüzyılda kaleme aldığı ve Kitabü Tafzîli'l-Etrâk Alâ Sâ'iri'l-Ecnâd–Türk Askerlerinin Üstünlükleri; son metin ise Şerafeddin Yaltkaya'nın kaleme aldığı 12 şair ve edibin Türklerin güzel hasletlerine dair şiirlerinden meydana gelmekte. "Türk'ün bütün ömür müddetini hesap etsen yere oturduğu günleri nâdir bulursun!... Türk, ser-azâde bir hilkate sahip olduğundan vatanındaki kadîm hayatına kavuşmayı ister ve daima vatanını diler. Ve kendi vatanına, herkesin kendi vatanına düşkünlüğünden ziyade düşkündür. Ancak Türk medeniyetinin vasıflarından olarak bir yerde oturmaktan ve uzun zaman durup bekleme, istirahat, hareketsizlik ve tasarruftan memnun değildir. Türklerin bünyeleri hareket üzerine müesses olup durgunluk ve sükûnetle başları hoş değildir. Harekete daima hazır olarak tutuşup yandıklarından; harâret, zeka ve fetanet sahibi olduklarından daima iş ve güç ile meşgul olmak isterler. Ruhî kuvvetleri bedenî kuvvetlerine üstündür. Her şeyleri olup bitmiş bulmayı âcizlik; uzun zaman bir yerde oturmayı tembellik; rahatı ayak bağı; kanaati kusur; himmet ve muhârebeyi terk etmeyi alçalma ve acizlik kabul ederler... Türkler, değerlerini takdir etmeyen kimselerin nezdinde kalmayı, haklarını men' edenlerin yanında kalmaktan fena görürler. Türkler hissiyâtına mağlup olmayarak asla bir kavmi diğer bir kavme ve bir belde ahalisini diğer bir belde ahalisine tercih ve takdim etmezlar... Türk için hak ve hakikat adeta vicdanın bir maşûkasıdır. Onu bulduğu yerde ülfet kurmakta; âdetlerini, görenek ve töresini bırakmakta asla güçlük çekmez ve vatana olan iştiyâkını teskin etmeye de muvaffak olur... Türk hürriyet ve iradesini kimseye vermez, kaçacak olursa vaad ve tehdide ehemmiyet vermez, ele geçecek de olursa kimseden bir vaad ümidinde bulunmaz..."
26.25 ₺ -
Arabistan Seyahatleri Hicaz topraklarında Batılı bir Seyyahın Gözlemleri
John Lewis Burchardt, 18. yüzyıldan itibaren yıldızı iyiden iyiye parlamış görünen Batı dünyası adına genelde Doğu'yu, özelde ise İslam toplumunu ve bu toplumun, üzerinde dağılmış olduğu toprakları keşfedip anlamak isteyen bir seyyahlar grubunun öncülerinden birisi. Bu grup doğal ve kaçınılmaz olarak mensubu olduğu ya da adına çalıştığı ülke yönetim ve istihbarat unsurlarıyla bir şekilde doğrudan ya da dolaylı bir şekilde ilgili ya da ilişkilidir. Burckhardt, 2 Mart 1809'da Londra'dan başlayan seyahatine Malta'dan itibaren Hacı İbrahim olarak devam eder. Artık Müslüman bir tacir görünümündedir. Uzun süre Suriye'de kalır, Kudüs çevresindeki ‘kutsal toprakları' dolaşır ve sonra Mısır'a geçer. Esas itibarıyla üslenmiş olduğu görev Nijer Nehri üzerinde yer alan memleketlere ve kaynağına ilişkin bilgiler edinmek ve ortaya koymaktır. Fizan üzerinden Sahra çölünü geçip Nijer Nehri'nin yakınında bulunan Timbuktu'ya (Mali) doğru gitmeyi planlar. Hedefi olan güzergâh yönüne gidecek bir kervanı bekleyiş sırasında Nil nehri boyunca güneye doğru giderek Nubia seyahatini yapar. Kahire'ye dönüşünü Kızıldeniz'den Cidde'ye geçerek Hicaz topraklarında seyahatler yaparak gerçekleştirir. Dönem, Mekke ve Medine'de ve çevrelerinde Vehhabî işgalinin ve vahşetinin yaşanmış olduğu 8 yılın (1805-1813) hemen sonrasındaki dönemdir. Kahire'deki bekleyişi sürerken üç ay sürecek bir de Sina turu gerçekleştirir. Nihayet, 1817 Nisan'ında beklemekte oluğu kervanın haberini alır, ama o ağır bir hastalığa yakalanmıştır. Kaderin onun için belirlemiş olduğu göç güzergâhı farklıdır. 15 Ekim 1817'de vefat eder. Son dakikalarında arzu etmiş olduğu gibi Müslüman âdetlerine göre defnedilir. Kahire'de Müslüman mezarlığındaki kabri başındaki mezar taşı onu Müslüman olarak nitelemektedir. Sonraki yıllarda bölgeye doluşacak olan Avrupalı ajanlar için yararlı ve gerekli birçok bilgi ve işaret bırakmak gibi bir hizmetlerinin olduğunu düşünsek de, Burchardt ve benzeri Batılı seyyahların o dönemdeki gözlem ve notları Müslümanların 19. yüzyıldaki durumu ve sonraki gelişmeleri daha iyi anlayıp değerlendirmeleri açısından belli bir öneme sahiptir.
63.75 ₺ -
Antik Felsefe Tarihi
Uzun yüzyıllar neredeyse ilgisiz kaldığımız Batı felsefesiyle Tanzimat sonrası yıllarda yeniden ilgilenmeye başlamamız şaşırtıcı değildi. Yüzünü Batı’ya dönen siyasetten sonra düşüncenin yüzü de Batı’ya dönecekti. Batı düşüncesi içinde ilk akla gelen de antik felsefe, daha doğru ifadeyle antik filozoflar olmuş, bu filozoflara ait hayat hikâyeleri ve metinler yavaş yavaş matbuat dünyasında görünmeye başlamıştır. Yirminci yüzyıl içinde Türkiye’de Batı felsefesine olan ilgi kuşkusuz ki çok önemli mesafeler almış olmakla birlikte antik felsefeye dair eserler telif veya tercüme yoluyla yazılmaya ve yayımlanmaya devam etmiştir. Batı dünyasında da bu ilgi eksilmemiştir. Bir anlamda iki bin yılı aşkın zaman boyunca ortaya çıkan müteakip filozoflar ve felsefeler antik felsefeyi yaşlandıramamıştır. Türkiye’de örneğin Walther Kranz’ın, Antony Kenny’nin, Julia Annas’ın Wilhelm Capelle’in ve temel eser olan Diogenes Laertios’un bu konudaki eserleri tercüme edildiği gibi birçok da telif yapılmıştır. Bu kitabın özellik ve önceliği Türkiye’deki bu tür yayınların ilki olmasıdır. 1854 yılında Fransızcadan tercüme edilerek basılan bu eser François Fénelon'a ait Abrégé de La Vie des Plus İllustres Philosophes de L'Antiquité kitabının Evvel Zaman İçinde A‘zamü'ş-şan Olan Filozofların İmrar Etmiş Oldukları Ömürlerinin İcmalidir adıyla yapılan tercümesidir. Mütercim, Krikor Kumaryan adlı, Ermeni olduğu anlaşılan ama hakkında elimizde bir bilgi bulunmayan bir Osmanlı vatandaşıdır. Günümüze kadar Münif Paşa’nın Muhaverat-ı Hikemiye’si antik felsefeyle ilgili yapılan ilk çağdaş tercüme kabul edilirken, aksine, Krikor Kumaryan’ın bu tercümesinin bu konudaki ilk ve son derece kapsamlı çalışma olduğu anlaşılmaktadır. Krikor Kumaryan’ın tercümesi Türkçede mevcut antik filozoflarla ilgili diğer kitaplardan kıdem bakımından sahip olduğu önceliğin yanında tercüme dili bakımından da kendine özgü bir yere sahiptir. Kumaryan’ın Türkçesi o devre mensup bir Ermeni’nin Türkçesidir. Bu yönüyle yazı dilimizdeki sınırlı sayıda örnekten biri olan eserin dilini düzelterek aktarmayı uygun görmeyerek olduğu haliyle bırakmayı tercih ettik. Kitap basılırken, Ali Paşa’nın tavsiyesiyle, sayfalar Fransızca ve Türkçe olarak karşılıklı basılmıştır. Ancak biz yine özgün baskıdaki eski yazı ve yeni yazı sayfaları karşılıklı basmakla birlikte bu defa Fransızca metni haliyle ihmal ettik. Özgün baskıda Türkçe metinde paragraf uygulaması ve noktalama işaretleri kullanılmadığı halde (o yıllara ait bir özelliktir bu) yeni metinde paragraflar ve noktalama işaretleri Fransızca metinde uygulanan şekliyle gerçekleştirilmiştir.
60.00 ₺ -
Anadolunun Kalbi Harakani
Bistâm'ın kuzeyindeki Harakân köyünde çiftçi bir ailenin çocuğu olarak, 963 yılında dünyaya gelen Ebu'l-Hasan el-Harakânî'nin İslâm irfan tarihinde kurucu bir etkisi olduğu biliniyor. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî'nin naklettiği bir menkıbeye göre, Bâyezîd-i Bistamî, Harakân'dan büyük bir Hak dostu çıkacağını önceden haber vermiştir. Attâr, İbn Sînâ ve Gazneli Mahmud'un onu ziyaret etmek için Harakân'a geldiklerini kaydeder. Nakşibendiyye silsilesinde önemli bir yer verilen ve Üveysîliği üzerinde özellikle durulan Harakânî, Aynülkudât el-Hemedânî, Necmeddîn-i Dâye, Attâr, Mevlânâ gibi büyük mutasavvıfları derinden etkilemiş, 10 Muharrem 425 (5 Aralık 1033) tarihindeki vefatından sonra da etkisi devam etmiştir. Ünlü tarihçi Gelibolulu Mustafa Ali, Künhü'l-Ahbar kitabında, Kars Kalesi'nin III. Murad devrinde Lala Paşa tarafından tamir edildiğini anlatırken, yıkılmış olan dış kale surlarının altından Harakani'nin kabrinin bulunarak çıkarıldığını anlatır. Lala Mustafa Paşa tarafından Ebu'l-Hasan el-Harakânî adına bir tekke bir câmi inşa ettirilmiştir. Harakânî Vakfı'nın öncülerinden Yavuz Selim Uzgur'la Sadık Yalsızuçanlar'ın gerçekleştirdiği bu söyleşide, Harakânî'nin bereketli irfan hayatının ayrıntılarını bulacaksınız. “Anadolu'nun kalbi” olan bu büyük ârifin, Anadolu coğrafyasındaki etkilerinin bugün hâlâ nasıl sürdüğünü göreceksiniz.
30.00 ₺ -
Allahı İnkar Mümkün müdür
Allah'ı İnkâr Mümkün müdür? Şehbenderzâde Filibeli Ahmed Hilmi bütün eserleri serimizin yedinci kitabı olarak Büyüyenay Kitaplığına katılıyor. Eser, “Tarih-i İslâm'ın Birinci Zeyli: Allah'ı İnkâr Mümkün müdür? yahut Huzur-ı Fende Mesâlik-i Küfür [Felsefe-i Mâ Fevka't-Tabiâ Mebahisi]” künyesiyle Hikmet Matbaa-i İslamiyesi'nde 28 Kasım 1911'de yayımlanmıştır. Ahmed Hilmi, “Okuyucularla Bir Hasbihal” başlıklı takdim yazısında “Fena bir şiiri okuyan bir adam, biraz vakit kaybetmiş olmaktan başka bir zarar görmeyebilir, lakin yanlış ve mûzır bir ahlâkî ve felsefî düstûru okuyup da hakikat diye kabul eden bir adam, olabilir ki saadetini ve belki maîşet zevkini ve hatta hayatını zehirler.” dedikten sonra bu eseri meydana getiren temel düşünceyi ise şöyle açıklıyor: “Medeniyeti taklidî bir surette almanın zararlarına doğrudan doğruya maruz olan vatanın gençleridir. Hem de yalnız yüksek tahsil ve lise tahsili gören ve görmek isteyenleri değil, sirâyet etme ve umuma yayılma suretiyle bütün vatan gençleridir… Bu milleti Avrupa'dan körü körüne ve en âdileri arasından eğreti olarak alınan beş on felsefî düstur ile diğer bir kalıba şekillendirmeye kalkışmak... Şekli itibarıyla kahkahalarla gülünecek fakat öldürücü ve vahim neticeleri itibarıyla ağlanacak bir hâlettir. Zaten böyle câhilâne bir emelin, velev ki, saf bir niyetle olsun, hiçbir iyi ve güzel netice veremeyeceğini tecrübeyle görüp anlamayan kalmadı…” Filibeli Ahmed Hilmi eseri üç maksadı ihtiva edecek tarzda tasnif ettiğini söyler. Buna göre, eser ilk olarak “Vâcibü'l Vücûd-ı nâ-mütenâhîyi” ispat maksadıyla yazılmıştır. İkinci olarak eser “felsefe-i mâ bâde't tabîiye-metafizik/fizikötesi felsefe” kitabı vazifesini görecektir. Üçüncü olarak da bu eser, “materyalizm mesleğine ve küfür meşrebine sâlik olanların göstermek istedikleri delillerin ve sebeplerin fennen ve hikmeten kıymet ve keyfiyetini apaçık bir suretle muhâkeme ve tenkit imkânını” verecektir. Bunu yaparken mevcut fenlerin son fikirleri ve bunlardan sahîh surette çıkabilen neticeler, bu neticeleri kendisine meslek edinenlerin haksız fikirleri, “sırf fen ve hakikat namına ve medeniyet âleminin en büyük ulemâsının içtihadları ve fikirleri doğrultusunda” meydana koyulacaktır. Aynı zamanda bu eser, birçok felsefî düşünce ve akımı eleştiri süzgecinden geçirmesi özelliğiyle de, kısmen felsefe tarihi kitabı vazifesini de yerine getirmektedir.
41.25 ₺ -
Alimler ve Sanatkarlar
Araştırmaları ve kaleme aldığı eserleriyle büyük bir hayatın sahibi Ahmed Refik'in Âlimler ve Sanatkârlar isimli eseri, medeniyetimizin güçlü açılımlarından biri olan Osmanlı döneminde yaşamış, bilim ve sanat dünyasına kalıcı eserler ve etkiler bırakmış aydınları anlatıyor. Mimâr Sinan, Mimâr Davud Ağa, Mimâr Kasım Ağa, Seyyid Lokman, Nedim, Koca Râgıb Paşa, Selânikî Mustafa Efendi, Peçevî İbrahim Efendi, Silâhdar Fındıklılı Mehmed Ağa, Naima, Hoca Sa'deddin Efendi, Kara Çelebizâde Abdülaziz Efendi, Râşid, Şeyhülislâm Yahya Efendi, İbrahim Müteferrika gibi her biri sanat ve bilim dünyasının yıldızı, kültür ve medeniyet dünyamızın yapı taşları olan aydınların ustalıkla anlatıldığı Âlimler ve Sanatkârlar, alanındaki başyapıtlardan biri.
60.00 ₺ -
Ahmed Paşanın Güneş Kasidesi Üzerine Düşünceler
Ahmet Atillâ Şentürk'ün Taşlıcalı Yahyâ Beğ'in Şehzâde Mustafa Mersiyesi yahut Kanunî Hicviyesi isimli eserinden sonra, şimdi de Ahmed Paşa'nın Güneş Kasidesi Üzerine Düşünceler başlığını taşıyan şerh çalışması okurlarımızla buluşuyor. Güneş Kasidesi'nin şairi Ahmed Paşa (v. 1496-97) 15. yüzyılın en yetkin divan şairidir. Müderrislikten başlayarak Fatih Sultan Mehmed’in tahta geçmesinden sonra hızla yükselerek önce kazasker, daha sonra da padişaha musahip ve hoca olmuş, ardından da devlet adamı vasfıyla gösterdiği başarılardan dolayı vezirlik payesini kazanmış bir şair. Türkçe şiirleri yanında Arapça ve Farsça şiirleri de olan, “sultânü’ş-şuarâ” unvanına sahip Ahmed Paşa’yı kaynaklar, keskin zekâsıyla, nüktedan olarak anıyorlar. Ahmed Paşa’nın 70 beyitlik Güneş Kasidesi semboller, remizler evrenine sahip bir şiir. Her hakiki sanat, hele hele temel malzemesi kelimeler olan şiir sanatı, kelimelerin anlam katmalarını genişleterek, kelimelerdeki seslerin de yardımıyla hem estetiğe hem duyguya hem de düşünceye hitap etmek ister. Bunları başarabildiğinde de kendine özgü bir varoluşa sahip olur. İşte yaklaşık 500 yıl önce kaleme alınmış bu şiir de böyle. Hem kendi varoluşunun hükmünü duyuruyor hem de çağları aşarak şairini yaşatıyor ve de bizleri besliyor. Sanat eseri ne kadar yüksek bir estetiğe sahip olursa olsun ona yönelen estetik bir suje olmadıkça zamandan kendisini saklayacak, bizler için bilinemez olarak kalacaktır. Atillâ Şentürk, Güneş Kasidesi Üzerine Düşünceler’de şiire olan mesafemizi aradan kaldırıp bugüne taşıyor. Güneş Kasidesi Üzerine Düşünceler’in bu yeni baskısı şerh ya da metin dışında temaşa zevki de sunuyor. Resim, minyatür, fotoğraf ve çizimler esere eşlik ediyor.
33.75 ₺ -
Ahlak Eğitimi Tehzİbul Ahlak
Ahlâk felsefesi deyince ilk akla gelen eserlerden biri İbn Miskeveyh'in Tehzibu'l-Ahlâk'ıdır. İslâm dünyasında kaleme alınan bir çok ahlâk kitabı için bu eser, bir "ilkörnek eser" olmuştur. "Gazzâlî'den Kınalızâde Ali'ye varıncaya kadar birçok düşünür, ahlâk sahasına Miskeveyh'in lambası olduğu halde girmiştir. Nasıl ki Gazzâlî, mantığı islâm ilim dünyasının ayrılmaz bir parçası haline getirmişse, İbn Miskeveyh de aynı şeyi felsefî ahlâk konusunda yapmıştır." Günlük dilde kullandığımız sevgi, fazilet, erdem, edep, ego, nefis, huy, karakter, iyi, kötü, adalet, iffet, yiğitlik, mutluluk, irade, haz, ödev, özgürlük... gibi düşünce ve davranış dünyamızı tanımlayan daha bir çok kelime ve kavramın tamamı bir kelimenin açılımları ve görünüşleri olarak karşımıza çıkmakta: Ahlâk. Bütün bilimler ve eylemler onun yüksek eğitiminden geçmek zorunda. O olmadan ne bilim mümkün, ne ekonomi, ne de siyaset. Onun olmadığı bilim ezici bir kibir, onun olmadığı ekonomi hırsızlık ve sömürü, onun olmadığı siyaset ise daima çoğalan bir zulüm. Miskevey'in Ahlâk Eğitimi adıyla Türkçeye kazandırılan bu eseri, teorik taraflarıyla güzel ahlâka bir özlemi, tecrübi tarafıyla da praktikte uygulanabilir bir ahlâk eğitimini bir arada vermektedir.
45.00 ₺ -
Ahlak Dersleri
İnsan, bir iradeye yani "seçme" yetisine sahip bir varlık. İnsana verilen bu özellik, onu biyolojik bir varlık olmaktan çıkararak ahlâkî bir varlık haline getirmekte. Bu yüzden, "seçme" yetisine yani "irade"ye sahip varlık olarak insanın bir kaideye, temel bir ilkeye sadakatle bağlanarak davranması gerekiyor. Biliyoruz ve hissediyoruz ki, kötülükten ve haksızlıktan çekinmek , hakikate ve iyiliğe hizmet etmek zorundayız. İşte bu vicdanî zorunluluk ya da görev duygusu psikojiye, mantığa ve estetiğe sıkıca bağlı olan bir ilmin konusu haline gelmiştir. O da bütün ilimlerin başı, ana kaidesi, ilimden önceki ilim olan ahlâk ilmidir. Bu yüzden, insan olmak, insana hazır verilen bir şey değil, hayat boyu çabayla, dirençle, sayısız sınavlardan geçerek kazanılan bir değerdir. Her şeyi etraflıca aşkla düşünmekle, vicdanımıza karşı samimi olmakla, güzel ahlâkı seçme yetimizin temel ilkesi haline getirmekle, ruhumuz hakikate ibadet edecektir. Yoksa ahlâksız ilim çekilmez bir kibir, onsuz siyaset sonu gelmeyen ve daima kendini tekrarlayan bir yalan, onsuz teknoloji alet edevat yığını ve hücrelerine varıncaya kadar ahlâkı barındırmayan her iş bir posa. Mehmed Ali Aynî Ahlâk Dersleri'nde, bir incelikler öğretisi olan ahlâkı, yüksek bir kavrayışla ve bütün yönleriyle sunuyor.
45.00 ₺ -
Ağustos Böceği Bir Meşaledir
Üstad Sezai Karakoç'un ilk olarak Kasım 1988’de Diriliş Dergisi'nde yayımladığı Ağustos Böceği Bir Meşaledir şiiri, ilk baskısını 1989'da yapan Alınyazısı Saati kitabının ve bütün şiirlerini bir araya getiren Gün Doğmadan'ın son şiiri. Ağustos Böceği Bir Meşaledir hakkında ilk yayımlandığı tarihten bu yana, gerek başlı başına bir yazı konusu olmuş gerekse de bağlamı içinde değinilerin bulunduğu epey yazı kaleme alınmıştır. Bu kitapta şiir hakkında kaleme alınmış yazılardan, şiirin anlam dünyasına nüfuz ettiğini, şiirin ruhundan haberler verdiğini düşündüğümüz kendi içinde bir bütünlüğe sahip 6 yazı yer almaktadır. Yani söz konusu yorumlar sayesinde okurlarımızın şiire nüfuz etmelerini kolaylaştıracağını en mütevazısından şiirin dünyasına bir “giriş” yapabilecekleri yazılar. Yayına hazırladığımız bu kitap, hem Ağustos Böceği Bir Meşaledir şiirinin farklı perspektiflerden yorumlarının küçük bir örneğini yeni kuşaklara takdim etsin, hem de bir şerh örneği olsun ve şerh geleneğimizin devam etmesine bir katkı sunsun istedik. İstedik ki, yeni nesillere zamanla kendilerinin de katılacakları bir devamlılık düşüncesi, yeniden doğuşlar bahşetsin.
22.50 ₺ -
Yol Ahlâkı Adabül Müridin
Yol, yolculuk insan hayatını anlatan, en güzel metaforlardan biri. Öyle ki insanın bütün tutum ve davranışlarını, yönelimlerini, yol ilişkisi içerisinde anlamak ve açıklamak mümkün. İnsan hem kendisiyle hem de hakikatle ilişkisini yol üzerinden kurmakta, evreni ve kendisini kavrayışı da yolda gerçekleşmekte. Çünkü her birey dünyadaki varoluşunu aklının, ruhunun ya da nefsinin kendisini götürdüğü yollarda yürüyerek idame ettiriyor ve varoluşunun anlamına yolda eriyor. İnsanı varlığının hakikatine ulaştıracak yollar çok çeşitli. Herkes birbirinden farklı ve eşsiz tecrübeleri talim ede ede sonunda bütün yolların birleşip bütünleştiği menzile varacak. Bu yüzden "otuz kuşun" yolun nihayetinde "simurg" olması gibi ulaşılacak hakikat de daima aynı. Hakikatin şaşmaz pusulasını takip ederek yola hayatını koyan ve onu yol yapanlardan başlayarak her tür insan da yol ile bağı üzerinden tanınabilir ve tanımlanabilir... Yolun farkında olmayıp nerede yürüdüğünü bilmeyenden tutun da... yolda kaybolan, yolu tıkayan, yolu kâra çeviren, yol ile nefsini şişiren, yoldan dönen, hayatından yolu çıkaran, yolu ayağına dolaşan, yolu harcayan, yol müsrifi, yalnızlığı yol edinen, yolda yürüyüşüne meftun olup yolu imtihana dönüşeni ve daha niceleri… Bu yüzden yol bir bilinçtir. Bu bilinç öncelikle hangi yolda yürüdüğümüzü bilmekle, yolun bizler tarafından her dem artan bir bilinç haline getirilmesiyle mümkün. Bu bilincin olmazsa olmaz şartı, başlama noktası yola olan inançtır. Yürümenin ve yolda kalmanın yegane şartı da samimiyet. Varlığını sonsuz bütüne dahil etmeye çalışan her niyet ve her gayret, yürüyüşünü yolun maddi ve manevi şartlarına ve ilkelerine samimiyetle kendini adayarak sürdürebilir. Çünkü samimiyet, yolun bizi kabul etmesinin ve yürüyüşümüzün an be an aklanmasının tek şartıdır. Yoksa o olmadan masumiyet nasıl korunabilir? Yol üstadı Sühreverdî'nin kaleme aldığı Yol Ahlâkı, Süleyman Gökbulut'un yetkin çevirisiyle Türkçenin evrenine katılıyor.
33.75 ₺ -
Abdullah Veliyyüddîn Bursevi Menakıb-ı Eşrefzade Eşrefoğlu Ruminin Menkıbeleri
Menâkıb-ı Eşrefzâde adını taşıyan ve Abdullah Veliyyüddîn Bursevî tarafından kaleme alınan bu eser, Kādiriyye tarîkatının ikinci pîri kabul edilen Eşrefoğlu Rûmî’nin hayatını ve kendisinden sonra şeyhlik makamına geçen tarîkat büyüklerinin menkıbelerini ihtiva etmektedir. Eserin müellifi olan Abdullah Veliyyüddîn Bursevî ise, bizzat kendisinin ifadesine göre, Eşrefoğlu Abdullah Rûmî’nin üçüncü göbekten torunu Şeyh Hamdî Efendi’nin mürîdlerinden olup aynı zamanda Bursa’daki Emîr Buhârî Camii hatiplerindendir. Onun XVI. yüzyılın son çeyreği ile XVII. yüzyılın ilk yarısında yaşamış olduğu tahmin edilmektedir. Menâkıb-ı Eşrefzâde’de, müstakil bölümler hâlinde, şöyle bir sıra takip edilmektedir: Önce esere konu olan Eşrefoğlu Rûmî’nin tasavvuf yoluna girmesi, bu süreç içinde tâbi tutulduğu bazı imtihanlarla ilk mürşidi Hacı Bayrâm-ı Velî’nin yanında seyr ü sülûk’unu tamamladıktan sonra irşadla görevlendirilmesi; bir süre sonra yine Hacı Bayram’ın tavsiyesiyle Abdülkadir-i Geylânî’nin torunlarından Hüseyn-i Hamavî’ye başvurması ve ondan aldığı icâzetle irşâda başlaması; zaman zaman göstermiş olduğu bir kısım kerametler ve irşad vazifesini tamamlayıp vefatından sonra şeyhlik makamına geçen halîfeleriyle onların menkıbeleri söz konusu edilmektedir. Tahminen Eşrefoğlu Rûmî’nin vefatından en az bir buçuk asır sonra kaleme alındığı anlaşılan Menâkıbnâme, müellifinin Eşrefoğlu ailesiyle yakın ilişkisi dolayısıyla, yine de gerek Eşrefoğlu Rûmî’nin hayatı, gerekse ona nisbet edilen Kādiriyye’nin Eşrefiyye kolunun tarihçesi hakkında ilk elden bilgilerin yer aldığı bir kaynak olması bakımından ayrı bir önem taşımaktadır.
75.00 ₺ -
Amak-ı Hayal Racinin Hatıraları
A’mâk-ı Hayâl, Cumhuriyet öncesi edebiyatımızın hem en şanslı hem de en şanssız kitabıdır. İlk baskısının (1910) üzerinden yüz yılı aşkın bir süre geçmesine karşın hâlâ ilgi görmesi, sevilerek okunması ve buna bağlı olarak farklı yayınevlerince üst üste basılması, onun ne kadar şanslı olduğunu göstermektedir. Kitabın şanssızlığı ise yazarının ölümünden sonra yapılan ikinci (bütünleşmiş ilk ve tek) baskısının (1925) inanılmaz bir özensizlikle ve akıl almaz yanlışlarla dolu olarak çıkmasıdır. Bu büyük bir şanssızlıktır, çünkü yeni harflerle yapılan ve sayısı otuza yaklaşan tüm baskılarda bu baskının yanlışları, katlanarak çoğalmış ve kitabın güvenilirliğini zedelemiştir. Bu şanssızlığa son vermenin yolu, metnin, yazarın kendi eliyle yaptığı ilk baskı ile ikinci baskının karşılaştırılarak hazırlanmasıydı. Elinizdeki baskı, A’mâk-ı Hayâl’in doksan yıla yaklaşan bu şanssızlığına son veriyor. Karşılaştırmalı olarak hazırlanan ve baskılar arasındaki farklarla birlikte ikinci baskıdaki yanlışları da gösteren bu özgün metin, yapılan bütün baskılar için bir denek taşı işlevini görecek; kitaba, zedelenen güvenilirliğini yeniden kazandıracaktır.
48.75 ₺ -
Süheyliden Duyulmadık Hikayeler Acaibül Measir ve Garaibün Nevadir
Süheylî’den Duyulmadık Hikâyeler Ortadoğu tarihinin tek kare resmi gibidir. Bir milletin bütün unsurlarını içinde barındıran, ana dokusu ve temel renkleri insan olan büyük bir resim. İnsanoğlunun hiç eskimeyen, daima güncelliğini koruyan özü, Süheylî’nin kaleminden günümüze ulaşıyor. Süheylî, okuduklarını ve duyduklarını, malzemesi kelimeler olan bir ressam, bir nakkaş gibi, berrak, ışıltılı renkler kullanarak canlı tablolar halinde sunuyor. O, hikâyeleriyle dış görünüşün ardındaki hakikatin, insanın ruhuna dek uzanıp orada yankılanan hakikatin izini sürüyor. Aydınlık, masmavi, berrak bir gökyüzünün altında kentleri dolaşarak, sanki günün yorgunluğunu da ay ve bol yıldızlı yaz göğünün altında, sırtını bir ağaca yaslamış, yanan ateşin ışıltısının dost yüzlere vurduğu bir dinlenme anında hikâyelerini tadına vara vara anlatıyor. Adeta hakikatin konuşarak, dost gönüllere çarpa çarpa arandığı, tadına doyulmaz bir sohbeti hatırlatıyor. Ve daima bu sohbete Yaratıcıya azîm bir teşekkür ve yaratılanlara ise derin bir saygı eşlik ediyor.Bu hikâyeler insan olmanın sıcaklığını, aşkın her şeye galip olacağına olan güveni, sabretmek koşuluyla kötülüğün muhakkak yenileceğini, zalimin asla cezasız kalmayacağını, debdebenin ve ihtişamın ışıklarının bir gün mutlaka söneceğini, bir gönlü rahatlatmanın, bir acıya son vermenin en önemli ibadet olduğunu samimiyetle inançla anlatıyor.
75.00 ₺ -
Alimlerin Zorlukları ve Erenlerin Edepleri
Âlimlerin Zorlukları ve Erenlerin Edepleri bir iç yolculuğunu, insanın en asli arayışı olan hakikate ulaşmasının menzillerini gösteriyor. Sabırla geçilen merhaleler, ulaşılan menziller yeni dünyaların kapılarını aralıyor. Bir başka açıdan da gönlü berraklaştırmanın, onu her şeyin ayan olacağı bir aynaya dönüştürmenin yollarını gösteriyor. Ve kadim ilkelerden “kendini bil”meyi. Gönlü bütün fazlalıklardan arındırmayı. Niyazi Mısrî, Eşrefoğlu Rumî satırlara eşlik ediyor. Eserin yazarı Selim Divâne, bir ruh işçisi, idrak arındırıcısı, “sahib-i zaman”, divânelerin en akıllısı. Aklını ve kalbini hakikatin hizmetine vermiş bir insan-ı sadık. Hakikati aklının ve gönlünün meşalesi yaparak, insan idrakini öreten perdeleri aralıyor, kabukları kırıyor, Fazlalıklardan arınarak bir öz halinde dile getirdiği düşünceler aydınlanışlar sağlıyor. Hakikatle ilişkisi problemli hale gelmiş günümüz teknoloji-bilim insanına ruhun sesini duyuruyor.
21.00 ₺ -
Çıktım Erik Dalına
Yunus Emre 700 yıldır tüm insanlığa ferasetle seslenmeye devam ediyor. Terü taze, sevgi ve iyilik kaynağı olarak. Şüphesiz O’nun düşünüş tarzını, her dem yeni ve farklı mantığını gösteren en şaşırtıcı ve gerçeği ters yüz eden şiirlerinden biri, “Çıktım erik dalına anda yedim üzümü” mısrasıyla başlayan şiiridir. Şiir, çeşitli şerhlere konu olmuştur. Şerhedenderin belirttiği gibi bu şiir, hakka mazhar ve ilahi sırları işaret eden irfani bilgilerle, duyuşlarla yüklüdür.
15.00 ₺ -
Konuşma Adabı (Adab- ı Makal)
İletişim bir dil işi midir? Yoksa gönül işi mi? Konuşma adabı bu soruları cevaplandırıyor. Çağın düşünürleri iletişimin bir mucize olduğunu söylediler. İnsanların kendilerini yegane ifade aracı olarak konuşmaya hasrettikleri günümüzde, tersine yalnızlıklar katmerleşiyor. Görünürde teknik donanımın da yedeğinde varmış gibi görünen iletişim ruhlarda gerçekleşmiyor. Konuşma bunun için mucize. Bu mucizeyi 1588 yılında kaleme alınmış Adabı Makal-Konuşma Adabı bütün ayrıntılarıyla ele alıyor. Konuşmanın temelinde yer alan kalbin niyetleri, ruhun psikolojik süreçleri ve bu niyet ve süreçlere eşlik eden duygu ve düşünceler, haller bunlardan bazıları. S
26.25 ₺ -
Sohbetname Biatname Devre-i Arşiyye
Sohbetname , Gaybi’nin mürşidi olanlar Şeyhi Aksaraylı İbrahim Efeni’nin sohbetlerinin zaptedilmesinden oluşuyor. Bu kitap, gönül erlerinin yabancılara mahrem sohbetlerine katılmak gibi bir fırsatı da sunmakta. Biatname, söz vermenin, ahdfe vefanın hakikatini araştıran bir ser. “Söylediği vakit yalan söylememe, söz verdiği vakit sözünde durma” ilkesi, görünüşte yönetici ile yönetilen arasında, tasavvufta mürşitle mürit arasında, günlük hayatta ise karşılıklı hak ve borç yükleyen bütün ilişki tarzlarında geçerli olan sözleşme hükmünde olan bir ilkedir. Bu ilke Biatname’nin temel kaygısını oluşturuyor. Devre-i Arşiyye, Allah’ın uluhiyet, gayb, görülmezlik ve bilinmezlik halinden sıfat ve fiiller şeklinde tecellisi ile görünür ve bilinir hale gelmesinin macerasını anlatıyor. SİT
30.00 ₺ -
Ubeydiye Risalesi Dar Geçitleri Aşmak
Ali Behcet Efendi 18. ve 19. yüzyıl tasavvuf tarihinde Nakşilik, Mevlevilik ve Melamet gibi üç tasavvufi anlayışı şahsında temsil eden bir şahsiyettir. Ubeydiye Risalesi, tasavvuf erbabı için bir el kitabı hüviyeti taşımaktadır. Nitekim hakikat yolcuları için uyulması gereken ilkeler ve temel kaidelere yer verilen ilk bölüm mana erleri için rehber niteliğindedir. Nefis, kalp, ruh, gönül, kulluk çeşitleri, tevhit-vahdet, benlikten kurtuluş ile benliğe kapılma, sefer gibi tasavvufun temel kavramları, mana yolcularının geçirdikleri tüm süreçler bu yolun yolcuları için kolay ve anlaşılır bir üslupla ele alınmıştır.
24.00 ₺ -
Tâhirü'l-Mevlevî - Matbuat Âlemindeki Hayatım - İstiklâl Mahkemesi Hatıraları
İstiklal Mahkemeleri hakkında neşredilen birkaç önemli kitap arasında yer alan Tahirü’l-Mevlevi’nin İstiklal Mahkemesi Hatıraları adeta gelecek nesillere aktarmak üzere kaleme alınmış bir vesika niteliği taşır. Yakın tarihimize ilişkin tanıklıklar içeren İstiklal Mahkemesi Hatıraları çok yönlü bir okumaya ve değerlendirmeye tabi tutulabilecek bir eser. Tahirü’l Mevlevi’nin kaleme aldığı hatıralarını, İstiklal Mahkemesi’nde yapmak isteyip de yapamadığı ayrıntılı bir savunması olarak değerlendirebileceğimiz gibi, Osmanlı’nın ahlak, gelenek ve yaşayış tarzı itibariyle batılılaşmasına karşı donanımlı, birikimli ve dindar bir aydının savunması olarak da görebiliriz. Sİ
22.50 ₺