-
Teysirul Mustalahil Ehadis Muhammed Tahhan
Mahmûd Et-Tahhân - محمود الطحان Sayfa Sayısı: 296 Yayıncı: Mektebetü'l-Maarif Baskı Yılı: 1432, 2011 Cilt Sayısı: 1 Cilt Türü: Ciltli Sayfa Türü: Tek renkli baskı, şamua Kitap Ebadı: 17.00x24.00 cm. Yayın Yeri: Riyad
180.18 ₺ -
Nebevi Eğitim Modeli Darül Erkam
NEBEVÎ EĞİTİM MODELİ DARÜ'L-ERKAM ''VAHYİN NÜZEL SÜRECİNDE ŞAHSİYET EĞİTİMİ'' Eğer bir ev imar etmeyi konuşuyorsa, eğer bir ev nasıl acaba insanlığı risaletin mesajı ile tanıştırabiliriz? Nasıl insanları koştukları cehennem ateşinden çevirebiliriz? Nasıl insanları kula kul olmaktan kurtarıp, Allaha kul etmeye vardırabiliriz? diye inliyorsa bilin ki, o ev Erkam yürekli adamların evleridir. Bu evin silahları; Kurandır, ilimdir, irfandır, hikmettir, kitaptır, kalemdir, seccadedir, gözyaşıdır, merhamettir, sevgidir, müsamahadır ve duadır. Bu ev adı ve yapısı ne olursa olsun DARÜL ERKAMdır. Eğer bir ev imha etmeyi konuşuyorsa, eğer bir ev Nasıl acaba hak ve hakikat adına mücadele veren şu sesi kısabiliriz? Nasıl insanların nezdinde itibar sağlayan şu adamların güvenlerini sarsabiliriz? Nasıl hakkın yükselen değerlerini alçaltıp, bize sorgusuz sualsiz akan muslukların devamını sağlayabiliriz? Nasıl ceplerimizi dolduran meşru yada gayri meşru ayrımı yapmadan elde ettiğimiz bu imkanları çoğaltabiliriz? diye kıvranıp duruyorsa bilin ki, o ev Ebu cehil ve Ebu Leheb ruhlarının yaşatıldığı evlerdir. Bu evin silahları, yalandır, iftiradır, şantajdır, kılıçtır, güçtür, nefrettir, öfkedir, hırstır, tamahkarlıktır, kanaatsizliktir, tahammülsüzlüktür ve kavgadır. Bu evin adı ve yapısı ne olursa olsun Darun-Nedvedir. KİTABIN BÖLÜMLERİ: 1. Bölüm: DARÜL ERKAMın seçilme sebebleri Buraya alınan talebelerin özellikleri 2. Bölüm: DARÜL ERKAMın eğitim usulü 3. Bölüm: Kuranın nüzul süreci ve DARÜL ERKAM 4. Bölüm: DARÜL ERKAM talebelerini başarıya ulaştıran on iki temel anahtar. Çoklu Teklifler
31.50 ₺ -
Evlilik Ahlakı
Kalem Sûresi 4. âyette buyrulan: وَاِنَّكَ لَعَلٰى خُلُقٍ عَظ۪يمٍٍ / Muhakkak ki sen muhteşem bir ahlâk üzeresin! ilahî beyanından mülhem olarak serlevhasını belirlediğimiz bu seride, Resûlullah'ın (sas) o muazzez, muhalled, muazzam, muhterem ve muhteşem ahlâkını anlatmaya çalıştık. Muhteşem Ahlâk serisinin ilk kitabı olan Evlilik Ahlâkı; her geçen gün yıpranan, değersizleştirilmeye çalışılan ve farklı imtihanlarla karşı karşıya kalan ailelerimizin gerek inşâ sürecinde gerek sonraki aşamalarında nelere dikkat edilmesi gerektiği konularını işlemektedir. Değer ve sorumlulukları açısından evlilik, nikâh meselesi; nişan, düğün ve evliliğin ilk aylarındaki imtihanlar; gelin-kaynana, damat-kaynana ve kayınbaba münasebetleri; sâlih ve sâliha eş olma özellikleri, çok eşlilik meselesi, evliliğin kader mi irade mi olma konusu ve daha nice konu bu hacmi küçük çalışmanın muhtevasını oluşturdu. Allah'tan niyazımız odur ki; bu çalışmamız, başta yeni yuva kurmak için harekete geçecek gençlerimiz olmak üzere tüm kardeşlerimize küçük de olsa bir katkı sağlamasıdır.
22.75 ₺ -
Soru Ve Cevaplarla Zaruri Dini Bilgiler
Nitekim bir haberde söyle gelir; "Allah cahili dost edinmez. Cahil birini dost edinecek Olursa ona ilim öğretir." ilim okumaya devam ederse odur talebe. "Sizin en hayırlınız Kur'an-ı öğrenen ve öğretendir" Mahmud (Efendi) Ustaosmanoglu (Kuddise Sirruhu)
100.00 ₺ -
Hz Safiyye Bint Huyey
Safiyye bir peygamberin (Harun'un) kızıdır, amcası (Mûsâ) da peygamberdir, hâlen kocası da bir peygamberdir. [Hz. Muhammed (sas)] Hz. Safiyye (ra), Hz. Peygamber'in (sas) azılı düşmanlarından Yahudilerin lideri Huyey b. Ahtab'ın kızıdır. Zarif ve çok güzel bir kadın olan Hz. Safiyye (ra), Hayber'in fethinde esir edilmiş; Hz. Peygamber (sas), onu İslâm'ı seçip seçmeme konusunda serbest bırakmıştır. İslâm'ı seçen Hz. Safiyye (ra), Hz. Peygamber'in (sas) evlenme teklifini de kabul ederek Müminlerin Annesi vasfını kazanmıştır. Hz. Peygamber'i (sas) çok seven Hz. Safiyye (ra), Resûl-i Ekrem'in (sas) son hastalığı sırasında Keşke senin yerinde yatan ben olsaydım. demek suretiyle üzüntüsünü dile getirmiş, diğer hanımlarının birbirine işaret ettiğini gören Resûlullah (sas) onları uyarmış ve Safiyye'nin (ra) sözünde samimi olduğunu belirtmiştir. Hz. Safiyye (ra), çalışmamızda konu edindiğimiz özellikleri ve Resûlullah'a (sas) ileri derecedeki sevgisi sebebiyle İslâm tarihindeki yerini almıştır.
17.50 ₺ -
Hz Cüveyriye Hz Reyhane Hz Mariye Bint
Hz. Cüveyriye (ra), Benî Mustalik Gazvesi'nde kavminin liderinin kızı olmasına rağmen esir düşmüştü. Peygamber Efendimiz (sas) cariye hüviyetindeki Hz. Cüveyriye'yi (ra) azat edip hürriyetine kavuşturdu. Ayrıca ona evlenme teklif etme inceliğinde bulunup onunla evlendi. Hendek Gazve'sinde Peygamber Efendimiz (sas) ile yapmış oldukları antlaşmayı bozan Benî Kurayza, gazvenin hemen ardından muhasara altına alınmış, neticesinde kabilenin kadın ve çocukları esir edilmişti. Bu gazvede kocası öldürülen Hz. Reyhâne (ra) de esirler arasındaydı. Peygamber Efendimiz (sas) Hz. Reyhâne'yi (ra) de kendisine eş olarak seçti. Hz. Mâriye (ra), bir cariye vasfıyla doğduğu topraklardan tamamen ayrıldığının farkında olarak, Mısır'dan hiç bilmediği bir dilin ve dinin yaşandığı bir diyâra doğru yola çıkmıştır. Onu bir hediye olarak Hz. Peygamber'e (sas) gönderen Mukavkıs, Hz. Mâriye'nin (ra) karakterinde bu tür bir zorluğa göğüs gerecek sağlam bir duruş ve uyum kabiliyeti görmüş olmalıdır. Bu çalışma ortak özellilere sahip üç annemizi; farklı yönleriyle hayalarını ele almaktadır.
17.50 ₺ -
Aristotelesten Savaş Adabı ve Ahlakı Adab-ı Harb ve Üslub-ı Ceng
"Savaş" bütün zamanların en çetin realitesi. İki tarafı da keskin bir bıçak gibi tehlikeli. Bir bakıma da kullanımı niyetlere göre şekillenen doğal bir durum. İnsanın en soylu ve kayda değer taraflarından biri olabileceği gibi, yine insanın en zalim tarafını da açığa çıkarmakta. İster mücadele kelimesiyle dile getirilsin ister savaş kelimesiyle tanımlansın, insan önce kendindeki olumsuzluklardan başlayarak topluma ve tüm dünyaya doğru genişleyen bir perspektif içerisinde sürekli savaşmakta. Savaşı ve kavgası olmayan insan ne kadar insan? Ve olur olmadık her şeye savaş açan insan ne kadar insan? İnsanın bu dünyadaki yegane vazifelerden biri nerede ve hangi şartlarda bulunursa bulunsun barışa hizmet etmesi. Dünya tarihi iyiliğin ve kötülüğün mücadelesi şeklinde cereyan ediyor. İnsan da bu tarihte ya iyiliğe hizmet ederek kayda geçiyor, ya da kötülüğe alet olarak. Elbette "savaş"ın öncelikle kelimelerle olması, sözün önce kulaklara ve oradan da gönüllere ulaşmasıyla gerçekleşmesi en makbulü. Ya kulaklar duymak, gönüller nefretle dolu ise. İşte burada insanın temel değerleri koruması, erdemlere arka çıkması için başka yöntemler geliştirmesi gerekiyor. Bu yüzden kalem ve kılıç iki savaş aleti olarak kabul edilmiş. Bazen biri yeterli olmuş, bazen diğeri ve çoğu zaman da her ikisi birlikte. İşte bir kalem erbabı olan Aristoteles'in kılıç erbabı olan İskender-i Zülkarneyn'e yazdığı bu eser savaşın bir adabı ve ahlâkı olması gerektiğini göstermesi bakımından önemli bir kaynak.
182.00 ₺ -
Arapların Gözüyle Türkler 9-12. Yüzyıllar
Arapların Gözüyle Türkler, Şerafeddin Yaltkaya'nın farklı zamanlarda Arapçadan tercüme ettiği ve Türklerin askerî ve ahlâkî üstünlükleri hakkında Arapça kaleme alınmış nesirleri ve şiirleri biraraya getirmekte. Bu üç metinden ilki meşhur Arap nesir yazarı ve âlimi Câhiz'in Risâle fî Fazâili'l-Etrâk–Türklerin Faziletleri; ikincisi İbni Hassûl'un 11. yüzyılda kaleme aldığı ve Kitabü Tafzîli'l-Etrâk Alâ Sâ'iri'l-Ecnâd–Türk Askerlerinin Üstünlükleri; son metin ise Şerafeddin Yaltkaya'nın kaleme aldığı 12 şair ve edibin Türklerin güzel hasletlerine dair şiirlerinden meydana gelmekte. "Türk'ün bütün ömür müddetini hesap etsen yere oturduğu günleri nâdir bulursun!... Türk, ser-azâde bir hilkate sahip olduğundan vatanındaki kadîm hayatına kavuşmayı ister ve daima vatanını diler. Ve kendi vatanına, herkesin kendi vatanına düşkünlüğünden ziyade düşkündür. Ancak Türk medeniyetinin vasıflarından olarak bir yerde oturmaktan ve uzun zaman durup bekleme, istirahat, hareketsizlik ve tasarruftan memnun değildir. Türklerin bünyeleri hareket üzerine müesses olup durgunluk ve sükûnetle başları hoş değildir. Harekete daima hazır olarak tutuşup yandıklarından; harâret, zeka ve fetanet sahibi olduklarından daima iş ve güç ile meşgul olmak isterler. Ruhî kuvvetleri bedenî kuvvetlerine üstündür. Her şeyleri olup bitmiş bulmayı âcizlik; uzun zaman bir yerde oturmayı tembellik; rahatı ayak bağı; kanaati kusur; himmet ve muhârebeyi terk etmeyi alçalma ve acizlik kabul ederler... Türkler, değerlerini takdir etmeyen kimselerin nezdinde kalmayı, haklarını men' edenlerin yanında kalmaktan fena görürler. Türkler hissiyâtına mağlup olmayarak asla bir kavmi diğer bir kavme ve bir belde ahalisini diğer bir belde ahalisine tercih ve takdim etmezlar... Türk için hak ve hakikat adeta vicdanın bir maşûkasıdır. Onu bulduğu yerde ülfet kurmakta; âdetlerini, görenek ve töresini bırakmakta asla güçlük çekmez ve vatana olan iştiyâkını teskin etmeye de muvaffak olur... Türk hürriyet ve iradesini kimseye vermez, kaçacak olursa vaad ve tehdide ehemmiyet vermez, ele geçecek de olursa kimseden bir vaad ümidinde bulunmaz..."
126.00 ₺ -
Arabistan Seyahatleri Hicaz topraklarında Batılı bir Seyyahın Gözlemleri
John Lewis Burchardt, 18. yüzyıldan itibaren yıldızı iyiden iyiye parlamış görünen Batı dünyası adına genelde Doğu'yu, özelde ise İslam toplumunu ve bu toplumun, üzerinde dağılmış olduğu toprakları keşfedip anlamak isteyen bir seyyahlar grubunun öncülerinden birisi. Bu grup doğal ve kaçınılmaz olarak mensubu olduğu ya da adına çalıştığı ülke yönetim ve istihbarat unsurlarıyla bir şekilde doğrudan ya da dolaylı bir şekilde ilgili ya da ilişkilidir. Burckhardt, 2 Mart 1809'da Londra'dan başlayan seyahatine Malta'dan itibaren Hacı İbrahim olarak devam eder. Artık Müslüman bir tacir görünümündedir. Uzun süre Suriye'de kalır, Kudüs çevresindeki ‘kutsal toprakları' dolaşır ve sonra Mısır'a geçer. Esas itibarıyla üslenmiş olduğu görev Nijer Nehri üzerinde yer alan memleketlere ve kaynağına ilişkin bilgiler edinmek ve ortaya koymaktır. Fizan üzerinden Sahra çölünü geçip Nijer Nehri'nin yakınında bulunan Timbuktu'ya (Mali) doğru gitmeyi planlar. Hedefi olan güzergâh yönüne gidecek bir kervanı bekleyiş sırasında Nil nehri boyunca güneye doğru giderek Nubia seyahatini yapar. Kahire'ye dönüşünü Kızıldeniz'den Cidde'ye geçerek Hicaz topraklarında seyahatler yaparak gerçekleştirir. Dönem, Mekke ve Medine'de ve çevrelerinde Vehhabî işgalinin ve vahşetinin yaşanmış olduğu 8 yılın (1805-1813) hemen sonrasındaki dönemdir. Kahire'deki bekleyişi sürerken üç ay sürecek bir de Sina turu gerçekleştirir. Nihayet, 1817 Nisan'ında beklemekte oluğu kervanın haberini alır, ama o ağır bir hastalığa yakalanmıştır. Kaderin onun için belirlemiş olduğu göç güzergâhı farklıdır. 15 Ekim 1817'de vefat eder. Son dakikalarında arzu etmiş olduğu gibi Müslüman âdetlerine göre defnedilir. Kahire'de Müslüman mezarlığındaki kabri başındaki mezar taşı onu Müslüman olarak nitelemektedir. Sonraki yıllarda bölgeye doluşacak olan Avrupalı ajanlar için yararlı ve gerekli birçok bilgi ve işaret bırakmak gibi bir hizmetlerinin olduğunu düşünsek de, Burchardt ve benzeri Batılı seyyahların o dönemdeki gözlem ve notları Müslümanların 19. yüzyıldaki durumu ve sonraki gelişmeleri daha iyi anlayıp değerlendirmeleri açısından belli bir öneme sahiptir.
350.00 ₺ -
Antik Felsefe Tarihi
Uzun yüzyıllar neredeyse ilgisiz kaldığımız Batı felsefesiyle Tanzimat sonrası yıllarda yeniden ilgilenmeye başlamamız şaşırtıcı değildi. Yüzünü Batı’ya dönen siyasetten sonra düşüncenin yüzü de Batı’ya dönecekti. Batı düşüncesi içinde ilk akla gelen de antik felsefe, daha doğru ifadeyle antik filozoflar olmuş, bu filozoflara ait hayat hikâyeleri ve metinler yavaş yavaş matbuat dünyasında görünmeye başlamıştır. Yirminci yüzyıl içinde Türkiye’de Batı felsefesine olan ilgi kuşkusuz ki çok önemli mesafeler almış olmakla birlikte antik felsefeye dair eserler telif veya tercüme yoluyla yazılmaya ve yayımlanmaya devam etmiştir. Batı dünyasında da bu ilgi eksilmemiştir. Bir anlamda iki bin yılı aşkın zaman boyunca ortaya çıkan müteakip filozoflar ve felsefeler antik felsefeyi yaşlandıramamıştır. Türkiye’de örneğin Walther Kranz’ın, Antony Kenny’nin, Julia Annas’ın Wilhelm Capelle’in ve temel eser olan Diogenes Laertios’un bu konudaki eserleri tercüme edildiği gibi birçok da telif yapılmıştır. Bu kitabın özellik ve önceliği Türkiye’deki bu tür yayınların ilki olmasıdır. 1854 yılında Fransızcadan tercüme edilerek basılan bu eser François Fénelon'a ait Abrégé de La Vie des Plus İllustres Philosophes de L'Antiquité kitabının Evvel Zaman İçinde A‘zamü'ş-şan Olan Filozofların İmrar Etmiş Oldukları Ömürlerinin İcmalidir adıyla yapılan tercümesidir. Mütercim, Krikor Kumaryan adlı, Ermeni olduğu anlaşılan ama hakkında elimizde bir bilgi bulunmayan bir Osmanlı vatandaşıdır. Günümüze kadar Münif Paşa’nın Muhaverat-ı Hikemiye’si antik felsefeyle ilgili yapılan ilk çağdaş tercüme kabul edilirken, aksine, Krikor Kumaryan’ın bu tercümesinin bu konudaki ilk ve son derece kapsamlı çalışma olduğu anlaşılmaktadır. Krikor Kumaryan’ın tercümesi Türkçede mevcut antik filozoflarla ilgili diğer kitaplardan kıdem bakımından sahip olduğu önceliğin yanında tercüme dili bakımından da kendine özgü bir yere sahiptir. Kumaryan’ın Türkçesi o devre mensup bir Ermeni’nin Türkçesidir. Bu yönüyle yazı dilimizdeki sınırlı sayıda örnekten biri olan eserin dilini düzelterek aktarmayı uygun görmeyerek olduğu haliyle bırakmayı tercih ettik. Kitap basılırken, Ali Paşa’nın tavsiyesiyle, sayfalar Fransızca ve Türkçe olarak karşılıklı basılmıştır. Ancak biz yine özgün baskıdaki eski yazı ve yeni yazı sayfaları karşılıklı basmakla birlikte bu defa Fransızca metni haliyle ihmal ettik. Özgün baskıda Türkçe metinde paragraf uygulaması ve noktalama işaretleri kullanılmadığı halde (o yıllara ait bir özelliktir bu) yeni metinde paragraflar ve noktalama işaretleri Fransızca metinde uygulanan şekliyle gerçekleştirilmiştir.
336.00 ₺ -
Anadolunun Kalbi Harakani
Bistâm'ın kuzeyindeki Harakân köyünde çiftçi bir ailenin çocuğu olarak, 963 yılında dünyaya gelen Ebu'l-Hasan el-Harakânî'nin İslâm irfan tarihinde kurucu bir etkisi olduğu biliniyor. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî'nin naklettiği bir menkıbeye göre, Bâyezîd-i Bistamî, Harakân'dan büyük bir Hak dostu çıkacağını önceden haber vermiştir. Attâr, İbn Sînâ ve Gazneli Mahmud'un onu ziyaret etmek için Harakân'a geldiklerini kaydeder. Nakşibendiyye silsilesinde önemli bir yer verilen ve Üveysîliği üzerinde özellikle durulan Harakânî, Aynülkudât el-Hemedânî, Necmeddîn-i Dâye, Attâr, Mevlânâ gibi büyük mutasavvıfları derinden etkilemiş, 10 Muharrem 425 (5 Aralık 1033) tarihindeki vefatından sonra da etkisi devam etmiştir. Ünlü tarihçi Gelibolulu Mustafa Ali, Künhü'l-Ahbar kitabında, Kars Kalesi'nin III. Murad devrinde Lala Paşa tarafından tamir edildiğini anlatırken, yıkılmış olan dış kale surlarının altından Harakani'nin kabrinin bulunarak çıkarıldığını anlatır. Lala Mustafa Paşa tarafından Ebu'l-Hasan el-Harakânî adına bir tekke bir câmi inşa ettirilmiştir. Harakânî Vakfı'nın öncülerinden Yavuz Selim Uzgur'la Sadık Yalsızuçanlar'ın gerçekleştirdiği bu söyleşide, Harakânî'nin bereketli irfan hayatının ayrıntılarını bulacaksınız. “Anadolu'nun kalbi” olan bu büyük ârifin, Anadolu coğrafyasındaki etkilerinin bugün hâlâ nasıl sürdüğünü göreceksiniz.
175.00 ₺ -
Allahı İnkar Mümkün müdür
Allah'ı İnkâr Mümkün müdür? Şehbenderzâde Filibeli Ahmed Hilmi bütün eserleri serimizin yedinci kitabı olarak Büyüyenay Kitaplığına katılıyor. Eser, “Tarih-i İslâm'ın Birinci Zeyli: Allah'ı İnkâr Mümkün müdür? yahut Huzur-ı Fende Mesâlik-i Küfür [Felsefe-i Mâ Fevka't-Tabiâ Mebahisi]” künyesiyle Hikmet Matbaa-i İslamiyesi'nde 28 Kasım 1911'de yayımlanmıştır. Ahmed Hilmi, “Okuyucularla Bir Hasbihal” başlıklı takdim yazısında “Fena bir şiiri okuyan bir adam, biraz vakit kaybetmiş olmaktan başka bir zarar görmeyebilir, lakin yanlış ve mûzır bir ahlâkî ve felsefî düstûru okuyup da hakikat diye kabul eden bir adam, olabilir ki saadetini ve belki maîşet zevkini ve hatta hayatını zehirler.” dedikten sonra bu eseri meydana getiren temel düşünceyi ise şöyle açıklıyor: “Medeniyeti taklidî bir surette almanın zararlarına doğrudan doğruya maruz olan vatanın gençleridir. Hem de yalnız yüksek tahsil ve lise tahsili gören ve görmek isteyenleri değil, sirâyet etme ve umuma yayılma suretiyle bütün vatan gençleridir… Bu milleti Avrupa'dan körü körüne ve en âdileri arasından eğreti olarak alınan beş on felsefî düstur ile diğer bir kalıba şekillendirmeye kalkışmak... Şekli itibarıyla kahkahalarla gülünecek fakat öldürücü ve vahim neticeleri itibarıyla ağlanacak bir hâlettir. Zaten böyle câhilâne bir emelin, velev ki, saf bir niyetle olsun, hiçbir iyi ve güzel netice veremeyeceğini tecrübeyle görüp anlamayan kalmadı…” Filibeli Ahmed Hilmi eseri üç maksadı ihtiva edecek tarzda tasnif ettiğini söyler. Buna göre, eser ilk olarak “Vâcibü'l Vücûd-ı nâ-mütenâhîyi” ispat maksadıyla yazılmıştır. İkinci olarak eser “felsefe-i mâ bâde't tabîiye-metafizik/fizikötesi felsefe” kitabı vazifesini görecektir. Üçüncü olarak da bu eser, “materyalizm mesleğine ve küfür meşrebine sâlik olanların göstermek istedikleri delillerin ve sebeplerin fennen ve hikmeten kıymet ve keyfiyetini apaçık bir suretle muhâkeme ve tenkit imkânını” verecektir. Bunu yaparken mevcut fenlerin son fikirleri ve bunlardan sahîh surette çıkabilen neticeler, bu neticeleri kendisine meslek edinenlerin haksız fikirleri, “sırf fen ve hakikat namına ve medeniyet âleminin en büyük ulemâsının içtihadları ve fikirleri doğrultusunda” meydana koyulacaktır. Aynı zamanda bu eser, birçok felsefî düşünce ve akımı eleştiri süzgecinden geçirmesi özelliğiyle de, kısmen felsefe tarihi kitabı vazifesini de yerine getirmektedir.
210.00 ₺ -
Mektubatı İmamı Rabbani Tek Cilt
Yeni Dizgi ve Tahkikli Mektubatı Rabbani; İmam-ı Rabbani (Kuddise Sirruhû)’nun en geniş hacimli olan ve inciden daha değerli marifetleri barındıran üç ciltlik Farsça eseridir. Eser genel olarak Ehl-i Sünnet inancının vazgeçilmez sabiteleri ekseninde kelâmî, fıkhî ve tasavvufî çok önemli bilgiler içermektedir. MEKTUBATI RABBANİ KİMİN ESERİDİR? İmam-ı Rabbani (Kuddise Sirruhû)’nun farklı zamanlarda müridlerine, dostlarına ve yakınlarına yazdığı mektuplar derlenerek bu kıymetli eser (Mektubatı Rabbani) oluşturulmuştur. İmam-ı Rabbani (Kuddise Sirruhû), mektuplarında yer yer sorulan sorulara cevap vermiş; bazen gördüğü bir hatayı ikaz etmiş, kimi zaman da İslâm’ın o dönemde bulunduğu durum hakkında Müslümanları uyarıcı ve bilgilendirici bir dil kullanmıştır. Dolayısıyla asırlardır başta mutasavvıflar olmak üzere kelâmcılar, fıkıhçılar, hatta tarihçiler bu eser (Mektubatı Rabbani)’den istifade etmişlerdir. Mektubatı Rabbani Birinci cilt; on yedi yıl içerisinde yazılmış olan 313 mektubun 1025 (1616) yılında Yâr Muhammed Cedîd Talekânî tarafından derlenmesiyle meydana getirilmiştir. Mektubatı Rabbani İkinci cilt; 1028 (1619) yılında Mevlânâ Muhammed Masum (Kuddise Sirruhû)’nun emriyle Abdülhay Hisârî tarafından Esmâ-i Hüsnâ’ya muvafık olarak 99 mektuptan oluşacak şekilde derlenmiştir. Mektubatı Rabbani de bu zata gönderilmiş olan birkaç adet mektup bulunmaktadır. Mektubatı Rabbani Üçüncü cilt; 1031 (1622) yılında Berekât-ı Ahmediyye sahibi Muhammed Haşim Kişmî tarafından derlenmiştir. Bu ciltte de 124 mektup bulunmaktadır. Mektubatı Rabbani (Mektûbât), Arapça ve Türkçe’ye de kazandırılmıştır. 1302 (1887) yılında Muhammed Murad Kâzânî tarafından iki cilt olarak Arapça’ya çevrilmiştir. Bu tercüme 1316 (1901) yılında Mekke’de basılmış, 1963 yılında da İstanbul’da tıpkıbasımı yapılmıştır. Gulam Mustafa Hân’ın Farsça olarak neşrettiği nüshanın da 1977 yılında İstanbul’da tıpkıbasımı gerçekleştirilmiştir. Mektubatı Rabbani’nin Osmanlıca tercümesi Mehmed Emin Tokadî’nin halifelerinden Müstakimzâde Süleyman Efendi (v. 1202/1788) tarafından gerçekleştirilmiş olup İstanbul’da (1277) basılmıştır. Mezkûr zat, Muhammed Masum (Kuddise Sirruhû)’nun mektuplarını da tercüme etmiştir. Ayrıca, Mektubatı Rabbani günümüz Türkçesine de kazandırılmıştır. Mektubatı Rabbani İmam-ı Rabbani Hazretlerinin El yazısı İMAM-I RABBANİ (KUDDİSE SİRRUHÛ)’NİN HAYATI Mektubatı Rabbani’nin müellifi, Silsile-i Tarîkat-ı Nakşibendiyye büyüklerinden ve aktâb gülşeni’nin kutublarından, hakîkat rumuzlarının kâşifi, evliyanın önderi, ilâhî feyizler masdarı, muhakkık ulemanın umdesi, ilâhî ilimler hazinesi, ulaşanların gavsı, ariflerin kutbu, velâyet-i Muhammediyye’nin burhanı, Şerîat-ı Mustafaviyye’nin hücceti, ikinci bin yılın müceddidi, Mevlânâ Ahmed el-Fârûkî es-Serhendî İmam-ı Rabbani (Kuddise Sirruhû) hazretleridir. Silsile-i Aliyye-i Nakşibendiyye’nin yirmi dördüncü altın halkasıdır. İMAM-I RABBANİ (KUDDİSE SİRRUHÛ) KİMDİR? İmam-ı Rabbani (Kuddise Sirruhû) aşûrâ günü 10 Muharrem 971 (m. 1563)’de Serhend (Sirhind, Serhind)’de dünyayı teşrif etmiş olup, Emîrü’l-Mü’minîn Ömer el-Fârûk (Radıyallâhü Anh) hazretlerinin mübarek nesebindendir. Nesebinin tamamı sâlih ve fazıl kimseler olup, zamanlarının büyük âlimleriydi. Babası Şeyh Mahdûm Abdulehad (Kuddise Sirruhû) yüksek makamlar ve aklî-naklî ilimler sahibi, devamlı seyahat eden, iyiliği anlatıp kötülükte men eden bir zattı. Şeyh Mahdûm (Kuddise Sirruhû), Hindistan’ın Skendere kasabasında bir müddet kalmaya ve ilim neşrine niyetlendi. Bir gün kendisine o memleketin asil ailelerinden sâliha bir hanım için nikâh talebi iletildi. İlk önce bu talebe bir özürle birlikte olumsuz cevap verse de daha sonra kabul etti ve bu hanımı kendisine nikâhladı. Bu ziyadesiyle sâliha ve iffetli hanımdan da İmam-ı Rabbani (Kuddise Sirruhû) gibi büyük bir zat dünyaya geldi. İmam Rabbani (Kuddise Sirruhû) Şeyh Mahdûm’un yedi oğlundan dördüncüsüdür. Şeyh Mahdûm’un diğer oğulları da nisbet sahibi, sâlih kimselerdi. Nâm-ı meşhûr İmam-ı Rabbani, İzn-i Hak ile tecdid etti bu dini. Yetmiş bin velînin serdarı olan (Mektubatı Rabbani müellifi) İmam-ı Rabbani (Kuddise Sirruhû) hazretleri ikinci bin yılın müceddidi addedilmiştir. Müceddid, “tecdîd” mastarından müştak (türemiş) olup, “yenileyen” anlamına gelir. Ebû Hüreyre’den (Radıyallâhü Anh) rivayet edildiğine göre Peygamber Efendimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur: » إِنَّ اللَّهَ يَبْعَثُ لِهَذِهِ الأُمَّةِ عَلَى رَأْسِ كُلِّ مِائَةِ سَنَةٍ مَنْ يُجَدِّدُ لَهَا دِينَهَا « Şüphesiz ki, Allah (Celle Celâlühû) bu ümmete her yüz sene başında ümmet için din(işlerin)i yenileyecek zatlar gönderir. İmam-ı Rabbani (Kuddise Sirruhû), Mektubatı Rabbani de şöyle buyurmuştur: “Her yüz (sene) başında bir müceddid gelip geçmiştir. Lakin yüz (senenin) müceddidi bin (senenin) müceddidi gibi değildir. Aralarındaki fark yüz ile bin arasındaki fark gibidir; hatta daha da fazladır. Müceddid olan zat, o müddet içerisinde ümmete gelen varidâtın kendisi vasıtasıyla geldiği kimsedir. İsterse o vaktin kutupları, evtâdı, ebdâli ve nücebâsı bulunmuş olsun.” Mustafa İsmet Garibullah Büyük Şeyh Efendi (Kuddise Sirruhû) Risâle-i Kudsiyye’de İmam-ı Rabbani (Kuddise Sirruhû) hazretlerinin tecdid makamı hakkında şöyle buyurmuştur: Husûsa elf-i sânîde müceddid, Ahmedü’l-Fârûki’s-Serhendî ceyyid. Turuk usûlini tasfîye ve tecdîd, O etti feyzi zâhir hem de şâhid. Bu feyzi bul azîz Hakk’a gidelim, Cemâl-i bâ kemâle seyr idelim. İMAM-I RABBANİ (KUDDİSE SİRRUHÛ) ÇOCUKLUĞU VE İLİM TAHSİLİ İmam-ı Rabbani (Kuddise Sirruhû) daha çocukken kendisinde olağanüstü haller müşahede ediliyordu. Menkuldür ki, çocukluk zamanında kendisine büyük bir hastalık isabet etti. Öyle ki, hanelerinde büyük bir üzüntü meydana gelmiş, neredeyse hayatından ümidi kesmişlerdi. Bu rahatsızlığından dolayı babası Şeyh Mahdûm (Kuddise Sirruhû)’nun senelerce sohbetinden istifade ettiği Şâh Kemâl (Kuddise Sirruhû) hazretlerinin yanına götürülüp dua istendiğinde şöyle buyurdu: “Hiç üzülmeyiniz! Bu çocuk uzun yaşayıp, ilmiyle amil olan büyük bir âlim, eşsiz bir ârif olacak.” Bununla birlikte Şâh Kemâl (Kuddise Sirruhû) birçok kere İmam-ı Rabbani (Kuddise Sirruhû) hakkında Şeyh Mahdûm’a (Kuddise Sirruhû) büyük müjdeler vermiştir. Ahmed el-Fârûkî (Kuddise Sirruhû) hazretleri ilk eğitimini babasından aldı. Müthiş bir zekâ ve muhakeme kabiliyeti bulunan Ahmed el-Fârûkî (Kuddise Sirruhû) küçük yaşına rağmen Kur’ân-ı Kerîm hıfzını tamamladı. Dönemin birçok muhakkık ulemasından çeşitli ilimlerde dersler aldı. İlimde bir hayli ilerledikten sonra Siyâlkût’e giderek orada Allâme Abdülhakîm es-Siyâlkûtî’nin de (Kuddise Sirruhû) hocası olan Şeyh Kemâlüddîn el-Keşmîrî (Kuddise Sirruhû)’den ilim tahsil etti. Mezkûr zat mantık, kelâm ve usûl-i fıkıh alanlarında çok mahir bir müderristi. Daha sonra İbn Hacer el-Heytemî (Rahimehullâh)’ın talebelerinden olan Şeyh Yakub es-Sarfî (Kuddise Sirruhû)’dan bazı hadis metinlerini okudu. İmam-ı Rabbani (Kuddise Sirruhû), aklî-naklî, usûlî-furû’î ilimleri tamamladıktan sonra ilim kürsüsüne oturarak talebelere ders verdi. Bu arada Arapça ve Farsça olmak üzere Risâle-i Tehlîliyye ve Redd-i Şî‘a gibi bazı risaleler kaleme aldı. Babası, henüz on yedi yaşına geldiğinde ilimleri cem etmiş ve ulema arasında belirli bir mekaneti elde etmiş olan Mevlânâ Ahmed el-Fârûkî (Kuddise Sirruhû) hazretlerine Kâdiriyye, Sühreverdiyye ve Çeştiyye tarikatlarından icâzet verdi. Bundan sonra ilim-irfanın yayılması ve saliklerin terbiyesiyle meşgul oldu. Fakat Tarikat-ı Nakşibendiyye-i Aliyye nisbetini elde etmek için ruhunda büyük bir arzu vardı. Çünkü Nakşibendiyye nisbetinin faziletinin farkındaydı. Nakşibendiyye büyüklerinin vasıflarını özellikle babasından dinler, devamlı onların risalelerini okurdu. Haremeyn’i ve Hazret-i Risâlet-penâh Efendimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)’i ziyaret etmek için çok arzulu olan İmam-ı Rabbani (Kuddise Sirruhû) yaşlı olan babasını hasrette bırakmak istemediğinden bu ziyaretlerini bir zaman gerçekleştiremedi. Ancak İmam-ı Rabbani (Kuddise Sirruhû), 1007 senesinde babası vefat ettikten bir sene sonra Mekke ve Medine’ye kavuşmak üzere Serhend’den yola çıktı. Hindistan’ın en meşhur şehirlerinden olan Delhi’ye geldiğinde Şeyh Hasen el-Keşmîrî (Kuddise Sirruhû) onu Mevlânâ Muhammed Bâkî (Kuddise Sirruhû) hazretlerinin huzuruna götürdü. İmam-ı Rabbani (Kuddise Sirruhû) hazretleri şeyhiyle tanışmasına ve inabe almasına vesile olan Şeyh Hasan el-Keşmîrî’ye (Mektubatı Rabbani’den) bir mektubunda şu şekilde teşekkürde bulunmuştur: “Bu fakir, rehberlik iyiliğinizin teşekkürü konusundaki kusurunu itiraf, iyiliğinizin karşılığını vermekteki acziyetini ikrar etmektedir. Nasıl etmeyebilir ki! Zira bütün bu işler o nimete mebni, bütün bu haller o ihsanınıza bağlıdır. Güzel vasıtalığınız sayesinde bana, az kimseye nasip olan şeyler verildi; bereketli aracılığınız sebebiyle çok az kimsenin tattığı zevkleri yaşadım. Bana, çoğu kimseye müyesser olmayan özel bahşişler ve bunların ilimleri verildi. Haller, makamlar, zevkler, vecdler, ilimler, marifetler, tecelliler, zuhuratlar… bunların hepsi benim için yükselme basamakları kılındı. Hak Sübhânehû’nün yardımıyla bu basamaklarla kurb (yakınlık) derecelerine ve vusûl (ulaşma) menzillerine ulaştım. Kurb ve vusûl kelimelerini seçmem ibare darlığındandır. Yoksa bu makamda ne kurb, ne vusûl, ne ibâre, ne işâret, ne şuhûd, ne müşâhede, ne hulûl, ne ittihâd, ne keyfiyet, ne neredelik, ne zaman, ne mekân, ne ihâta, ne sereyân, ne ilim, ne marifet, ne cehâlet, ne hayret… hiçbiri yoktur. Şiir: Kuşumdan ne alâmet ibrâz edeyim sana? Kendisi Anka kuşu gibi mevhûmdur. Anka’nın insanlar arasında bir ismi vardır, Benim kuşumun isminde bile istikrar yoktur. İMAM-I RABBANİ (KUDDİSE SİRRUHÛ) YÜKSEK HÂLLERİ VE KERAMETLERİ İmam-ı Rabbani (Kuddise Sirruhû) gece-gündüz huzur üzere ibadet ederdi. Tam bir itmi’nân, huzûr ve cem’iyyetle teheccüd namazı kılardı. Teheccüd namazından sonra tam bir huşû’ ve istiğrâk ile murâkabeye otururdu. Sabah namazının sünnetini evde kıldıktan sonra zikre oturur, mescide gidene kadar bu hal üzere devam ederdi. Sabah namazını müridanıyla birlikte kıldıktan sonra işrak vaktine kadar zikirle meşgul olur, işrak namazını kıldıktan sonra evine giderdi. Oruç tutmaya ve nafile ibadetlere çok önem verirdi. İMAM-I RABBANİ (KUDDİSE SİRRUHÛ) MANEVİ MİRASI İmam-ı Rabbani (Kuddise Sirruhû) hazretleri Müslümanlara iki harikulâde miras bırakmıştır. Birisi eserleri diğeri ise oğullarıdır. İmam-ı Rabbani (Kuddise Sirruhû) hazretlerinin başta Silsile-i Aliyye’nin yirmi beşinci halkası olan Mevlânâ Muhammed Masum (Kuddise Sirruhû) olmak üzere oğullarının hepsi kâmil ve fazıl zatlardı. Oğulları dışında birçok fazilet sahibi zatlar yetiştiren İmam-ı Rabbani (Kuddise Sirruhû) Horasan, Bengal, Medine-i Münevvere, Sehârenfûr, Lâhor, Kâbil, Belh ve Tâlekân gibi önemli merkezlere halifeler göndererek bu bölgelerde İslam’ın tervicine vesile olmuştur. Mevlânâ İmam-ı Rabbani (Kuddise Sirruhû) hazretlerinin bir bölümünü mücerreden İslam müdafaasına hasrettiği Farsça ve Arapça dilde yazmış olduğu eserleri vardır. İMAM-I RABBANİ (KUDDİSE SİRRUHÛ) VEFATI Altmış üç seneye harikulâde marifet ve mertebeleri sığdıran Hazret-i İmam-ı Rabbani Ahmed el-Fârûkî (Kuddise Sirruhû) 1034 (1624) yılı Safer ayında vefat etti. Kabri Serhend’de aile mezarlığındadır. Allah (Celle Celâlühû) bizleri şefaatine nâil eylesin… Âmîn MEKTUBATI RABBANİ ESERİNİ NASIL HAZIRLADIK? İmam-ı Rabbani’nin (ö. 1034/1624) dostlarına gönderdiği mektuplarından derlenen, en kapsamalı ve en meşhur mektup külliyatı olan, tasavvufun başlıca kaynaklarından, aslı Farsça olup, Kazanlı Muhammed Murad Minzelevî (1855-1934) tarafından Arapçaya çevrilmiş olan “Mektubatı Rabbani”, asıl nüshadaki haşiyeleriyle birlikte yeniden dizilerek okuyucuların istifadesine sunulmuştur. Mektubatı Rabbani’nin hazırlanmasında izlenilen metot: Metnin müşkil yerleri, âyetler, hadisler ve şiirler tam bir şekilde harekelenmiştir. Ayet-i Kerîmelerin ve Hadîs-i Şerîflerin tahric ve referansları yapılmıştır. Asıl nüshadaki bazı yan kayıtlar dipnot olarak eklenmiştir. Metinde geçen âyetler, çiçekli parantez () içine alınmıştır. Metinde geçen hadisler tırnak «» içine alınmıştır. Okuyucuya kolaylık sağlaması açısından metinde paragrafladırma ve noktalama işlemi yapılmıştır. Sayfa numaralandırmasında mukabelede kullanılan ve medreselerde meşhur olan eski matbu nüshanın orijinal sayfa numaralarına muvafık kalınmıştır. Metinde Arapça olmayan isimler bizzat o dile mensup bilginler tarafından tetkik edilerek zabtı tespit edilmiştir. Metinde geçen kitap isimleri tırnak «» içine alınmıştır.
420.00 ₺ -
Ahmed Paşanın Güneş Kasidesi Üzerine Düşünceler
Ahmet Atillâ Şentürk'ün Taşlıcalı Yahyâ Beğ'in Şehzâde Mustafa Mersiyesi yahut Kanunî Hicviyesi isimli eserinden sonra, şimdi de Ahmed Paşa'nın Güneş Kasidesi Üzerine Düşünceler başlığını taşıyan şerh çalışması okurlarımızla buluşuyor. Güneş Kasidesi'nin şairi Ahmed Paşa (v. 1496-97) 15. yüzyılın en yetkin divan şairidir. Müderrislikten başlayarak Fatih Sultan Mehmed’in tahta geçmesinden sonra hızla yükselerek önce kazasker, daha sonra da padişaha musahip ve hoca olmuş, ardından da devlet adamı vasfıyla gösterdiği başarılardan dolayı vezirlik payesini kazanmış bir şair. Türkçe şiirleri yanında Arapça ve Farsça şiirleri de olan, “sultânü’ş-şuarâ” unvanına sahip Ahmed Paşa’yı kaynaklar, keskin zekâsıyla, nüktedan olarak anıyorlar. Ahmed Paşa’nın 70 beyitlik Güneş Kasidesi semboller, remizler evrenine sahip bir şiir. Her hakiki sanat, hele hele temel malzemesi kelimeler olan şiir sanatı, kelimelerin anlam katmalarını genişleterek, kelimelerdeki seslerin de yardımıyla hem estetiğe hem duyguya hem de düşünceye hitap etmek ister. Bunları başarabildiğinde de kendine özgü bir varoluşa sahip olur. İşte yaklaşık 500 yıl önce kaleme alınmış bu şiir de böyle. Hem kendi varoluşunun hükmünü duyuruyor hem de çağları aşarak şairini yaşatıyor ve de bizleri besliyor. Sanat eseri ne kadar yüksek bir estetiğe sahip olursa olsun ona yönelen estetik bir suje olmadıkça zamandan kendisini saklayacak, bizler için bilinemez olarak kalacaktır. Atillâ Şentürk, Güneş Kasidesi Üzerine Düşünceler’de şiire olan mesafemizi aradan kaldırıp bugüne taşıyor. Güneş Kasidesi Üzerine Düşünceler’in bu yeni baskısı şerh ya da metin dışında temaşa zevki de sunuyor. Resim, minyatür, fotoğraf ve çizimler esere eşlik ediyor.
168.00 ₺ -
Ahlak Eğitimi Tehzİbul Ahlak
Ahlâk felsefesi deyince ilk akla gelen eserlerden biri İbn Miskeveyh'in Tehzibu'l-Ahlâk'ıdır. İslâm dünyasında kaleme alınan bir çok ahlâk kitabı için bu eser, bir "ilkörnek eser" olmuştur. "Gazzâlî'den Kınalızâde Ali'ye varıncaya kadar birçok düşünür, ahlâk sahasına Miskeveyh'in lambası olduğu halde girmiştir. Nasıl ki Gazzâlî, mantığı islâm ilim dünyasının ayrılmaz bir parçası haline getirmişse, İbn Miskeveyh de aynı şeyi felsefî ahlâk konusunda yapmıştır." Günlük dilde kullandığımız sevgi, fazilet, erdem, edep, ego, nefis, huy, karakter, iyi, kötü, adalet, iffet, yiğitlik, mutluluk, irade, haz, ödev, özgürlük... gibi düşünce ve davranış dünyamızı tanımlayan daha bir çok kelime ve kavramın tamamı bir kelimenin açılımları ve görünüşleri olarak karşımıza çıkmakta: Ahlâk. Bütün bilimler ve eylemler onun yüksek eğitiminden geçmek zorunda. O olmadan ne bilim mümkün, ne ekonomi, ne de siyaset. Onun olmadığı bilim ezici bir kibir, onun olmadığı ekonomi hırsızlık ve sömürü, onun olmadığı siyaset ise daima çoğalan bir zulüm. Miskevey'in Ahlâk Eğitimi adıyla Türkçeye kazandırılan bu eseri, teorik taraflarıyla güzel ahlâka bir özlemi, tecrübi tarafıyla da praktikte uygulanabilir bir ahlâk eğitimini bir arada vermektedir.
238.00 ₺ -
Ahlak Dersleri
İnsan, bir iradeye yani "seçme" yetisine sahip bir varlık. İnsana verilen bu özellik, onu biyolojik bir varlık olmaktan çıkararak ahlâkî bir varlık haline getirmekte. Bu yüzden, "seçme" yetisine yani "irade"ye sahip varlık olarak insanın bir kaideye, temel bir ilkeye sadakatle bağlanarak davranması gerekiyor. Biliyoruz ve hissediyoruz ki, kötülükten ve haksızlıktan çekinmek , hakikate ve iyiliğe hizmet etmek zorundayız. İşte bu vicdanî zorunluluk ya da görev duygusu psikojiye, mantığa ve estetiğe sıkıca bağlı olan bir ilmin konusu haline gelmiştir. O da bütün ilimlerin başı, ana kaidesi, ilimden önceki ilim olan ahlâk ilmidir. Bu yüzden, insan olmak, insana hazır verilen bir şey değil, hayat boyu çabayla, dirençle, sayısız sınavlardan geçerek kazanılan bir değerdir. Her şeyi etraflıca aşkla düşünmekle, vicdanımıza karşı samimi olmakla, güzel ahlâkı seçme yetimizin temel ilkesi haline getirmekle, ruhumuz hakikate ibadet edecektir. Yoksa ahlâksız ilim çekilmez bir kibir, onsuz siyaset sonu gelmeyen ve daima kendini tekrarlayan bir yalan, onsuz teknoloji alet edevat yığını ve hücrelerine varıncaya kadar ahlâkı barındırmayan her iş bir posa. Mehmed Ali Aynî Ahlâk Dersleri'nde, bir incelikler öğretisi olan ahlâkı, yüksek bir kavrayışla ve bütün yönleriyle sunuyor.
245.00 ₺ -
Ağustos Böceği Bir Meşaledir
Üstad Sezai Karakoç'un ilk olarak Kasım 1988’de Diriliş Dergisi'nde yayımladığı Ağustos Böceği Bir Meşaledir şiiri, ilk baskısını 1989'da yapan Alınyazısı Saati kitabının ve bütün şiirlerini bir araya getiren Gün Doğmadan'ın son şiiri. Ağustos Böceği Bir Meşaledir hakkında ilk yayımlandığı tarihten bu yana, gerek başlı başına bir yazı konusu olmuş gerekse de bağlamı içinde değinilerin bulunduğu epey yazı kaleme alınmıştır. Bu kitapta şiir hakkında kaleme alınmış yazılardan, şiirin anlam dünyasına nüfuz ettiğini, şiirin ruhundan haberler verdiğini düşündüğümüz kendi içinde bir bütünlüğe sahip 6 yazı yer almaktadır. Yani söz konusu yorumlar sayesinde okurlarımızın şiire nüfuz etmelerini kolaylaştıracağını en mütevazısından şiirin dünyasına bir “giriş” yapabilecekleri yazılar. Yayına hazırladığımız bu kitap, hem Ağustos Böceği Bir Meşaledir şiirinin farklı perspektiflerden yorumlarının küçük bir örneğini yeni kuşaklara takdim etsin, hem de bir şerh örneği olsun ve şerh geleneğimizin devam etmesine bir katkı sunsun istedik. İstedik ki, yeni nesillere zamanla kendilerinin de katılacakları bir devamlılık düşüncesi, yeniden doğuşlar bahşetsin.
112.00 ₺ -
Çocuklar İçin Gerçek Yaşam Becerileri
Çocukların Sosyal Yönlerini Geliştirmek İçin Anne-Baba El Kitabı Sosyal becerileri gelişmiş çocukların özgüvenleri yükselir, aile, arkadaş ilişkileri güçlenir ve okul başarıları artar. Çocukluk döneminde kazanılmayan sosyal beceriler, yetişkinin iş, sosyal ve özel yaşamında sorunlara ve mutsuzluğa yol açar. Unutmayın ki, yaşam doyumu büyük oranda sosyal becerilere bağlıdır. Çocuklar İçin Gerçek Yaşam Becerileri kitabı, 6 ana başlık altında 56 sosyal beceriyi pratik öneriler, oyunlar ve uygulamalarla ele alan bir kılavuz olma özelliği taşıyor. Bu kitapta yer alan temel beceriler: İlişki başlatma ve sürdürme becerileri Atılganlık becerileri Duygulara yönelik beceriler Saldırgan davranış ve dürtülerle başa çıkma becerileri Sorun çözme becerileri Plan yapma becerileri
196.00 ₺ -
Abdullah Veliyyüddîn Bursevi Menakıb-ı Eşrefzade Eşrefoğlu Ruminin Menkıbeleri
Menâkıb-ı Eşrefzâde adını taşıyan ve Abdullah Veliyyüddîn Bursevî tarafından kaleme alınan bu eser, Kādiriyye tarîkatının ikinci pîri kabul edilen Eşrefoğlu Rûmî’nin hayatını ve kendisinden sonra şeyhlik makamına geçen tarîkat büyüklerinin menkıbelerini ihtiva etmektedir. Eserin müellifi olan Abdullah Veliyyüddîn Bursevî ise, bizzat kendisinin ifadesine göre, Eşrefoğlu Abdullah Rûmî’nin üçüncü göbekten torunu Şeyh Hamdî Efendi’nin mürîdlerinden olup aynı zamanda Bursa’daki Emîr Buhârî Camii hatiplerindendir. Onun XVI. yüzyılın son çeyreği ile XVII. yüzyılın ilk yarısında yaşamış olduğu tahmin edilmektedir. Menâkıb-ı Eşrefzâde’de, müstakil bölümler hâlinde, şöyle bir sıra takip edilmektedir: Önce esere konu olan Eşrefoğlu Rûmî’nin tasavvuf yoluna girmesi, bu süreç içinde tâbi tutulduğu bazı imtihanlarla ilk mürşidi Hacı Bayrâm-ı Velî’nin yanında seyr ü sülûk’unu tamamladıktan sonra irşadla görevlendirilmesi; bir süre sonra yine Hacı Bayram’ın tavsiyesiyle Abdülkadir-i Geylânî’nin torunlarından Hüseyn-i Hamavî’ye başvurması ve ondan aldığı icâzetle irşâda başlaması; zaman zaman göstermiş olduğu bir kısım kerametler ve irşad vazifesini tamamlayıp vefatından sonra şeyhlik makamına geçen halîfeleriyle onların menkıbeleri söz konusu edilmektedir. Tahminen Eşrefoğlu Rûmî’nin vefatından en az bir buçuk asır sonra kaleme alındığı anlaşılan Menâkıbnâme, müellifinin Eşrefoğlu ailesiyle yakın ilişkisi dolayısıyla, yine de gerek Eşrefoğlu Rûmî’nin hayatı, gerekse ona nisbet edilen Kādiriyye’nin Eşrefiyye kolunun tarihçesi hakkında ilk elden bilgilerin yer aldığı bir kaynak olması bakımından ayrı bir önem taşımaktadır.
196.00 ₺ -
Amak-ı Hayal Racinin Hatıraları
A’mâk-ı Hayâl, Cumhuriyet öncesi edebiyatımızın hem en şanslı hem de en şanssız kitabıdır. İlk baskısının (1910) üzerinden yüz yılı aşkın bir süre geçmesine karşın hâlâ ilgi görmesi, sevilerek okunması ve buna bağlı olarak farklı yayınevlerince üst üste basılması, onun ne kadar şanslı olduğunu göstermektedir. Kitabın şanssızlığı ise yazarının ölümünden sonra yapılan ikinci (bütünleşmiş ilk ve tek) baskısının (1925) inanılmaz bir özensizlikle ve akıl almaz yanlışlarla dolu olarak çıkmasıdır. Bu büyük bir şanssızlıktır, çünkü yeni harflerle yapılan ve sayısı otuza yaklaşan tüm baskılarda bu baskının yanlışları, katlanarak çoğalmış ve kitabın güvenilirliğini zedelemiştir. Bu şanssızlığa son vermenin yolu, metnin, yazarın kendi eliyle yaptığı ilk baskı ile ikinci baskının karşılaştırılarak hazırlanmasıydı. Elinizdeki baskı, A’mâk-ı Hayâl’in doksan yıla yaklaşan bu şanssızlığına son veriyor. Karşılaştırmalı olarak hazırlanan ve baskılar arasındaki farklarla birlikte ikinci baskıdaki yanlışları da gösteren bu özgün metin, yapılan bütün baskılar için bir denek taşı işlevini görecek; kitaba, zedelenen güvenilirliğini yeniden kazandıracaktır.
231.00 ₺ -
Allahım Ben Geldim
BU KİTAP 10-100 YAŞ ARASI HERKESE UYGUNDUR! Yarın öbür gün biri yanına gelip de, Boş ver yaaa! Yaşlanınca kılarsın. Senin kalbin temiz zaten, namaz kılmasan da olur. Senin namazın kabul olmaz ki! Sen kiiim, namaz kılmak kiiim? Amman yaa koskoca ömür! Kim her gün beş vakit namaz kılacak şimdi? Zor iş! Sen namaz kılmasan da Allah affeder. Allah’ın senin namazına ihtiyacı mı var? O kadar işin gücün arasında namaz kılmaya vakit yok ki! …gibi cümleler fısıldarsa ona ne cevap vereceğini artık biliyorsun. Bu cevapları arkadaşlarına da söyle bence. Günde 5 defa kendine de söyle. Sonra her ezan çağrısında dön ve Rabbine şöyle de: ALLAH’IM BEN GELDİM!
147.40 ₺ -
Büyük Bir Milletin Direniş Destanı Çanakkale
Etrafında ihtilafsız ittifak edebileceğimiz ortak değerleri öne çıkarmamızı gerektiren günler yaşıyoruz... Tarih, ortak değerlerimizden biridir... Özellikle Çanakkale Zaferi, yakın tarih içindeki yeri bakımından, son derece anlamlıdır. Anlamlıdır, çünkü Osmanlı bitti, bir daha dirilemeyecek şekilde yere serildi denilen bir zamanda kazanılmıştır. Mahiyeti itibariyle bir diriliş cehdi, aynı zamanda da birlik-beraberlik sembolüdür. Bu itibarla Çanakkale mücadelesini kazanan ruhu keşfetmeye ve kavramaya muhtacız. Hatırlayalım ki, Çanakkale Zaferi, Avrupa'nın Hasta Adam damgasını vurduğu bir milletin varlık mücadelesidir. Mücadele kaybedilseydi her şey biter, o moral çöküntüsü içinde İstiklâl Savaşı bile verilemezdi. Ama kazanıldı. Tarihin yolu ve yönü değişti. Bir millet ateşle imtihan olundu Çanakkale'de, tarihle hesaplaştı ve kendi varoluş tarihini yeniden yazdı... Büyük bir milletin direniş destanıdır, Çanakkale.
123.50 ₺ -
Hikmetli Sözler Orta Boy Ciltli
Mahmud Efendi Hazretleri’nin bütün sohbetlerinde üzerinde durduğu üç ana konu; ilim, amel ve ihlastır. Kendisinin bu hususta defaatle ifade ettiği vechile: * “İlim, amel, ihlas üçü bir arada olsun, bunları cem et, dünyayı fethedersin.“ * “Şeriat üç sacayağı üzerine kuruludur. Bunlar da; ilim, amel ve ihlastır. İlim hocalardan öğrenmekle, kitaplardan okumakla kazanılır, amel de bildiğini yapmakla olur. İhlas için ise mutlaka tarikat lazımdır.“ * “Dersli olan kardeşlerim, tarikata çalışırken görülen şeyler maksuttan değildir. Üç şeyden başkasına itibar yok; ilim, amel, ihlas.“ gibi sözleriyle bu konunun önemine işaret buyurmuşlardır. Biz de sizler için, üstadımız Mahmud Efendi Hazretleri’nin kıymetli sözlerini uzun süren bir çalışma sonucunda, “İlim“, “Amel“ ve “İhlas“ başlıkları altındaki, konularına göre tasnif ettiğimiz alt başlıklarla beraber cem ettik. Üstadımız Mahmud Efendi Hazretleri’nin kelâm-ı şeriflerinden istifade etmek isteyenler bu “Sözler“ kitabını ganimet bilmeli ve bu eserde yazılanları okurken kendisini üstadımız Mahmud Efendi Hazretleri’nin huzurunda kabul ederek okumalıdırlar. Böyle yaptıkları takdirde aynen huzurunda bulunanlar gibi bu sözlerden âzami derecede istifade edeceklerdir inşâallâh. Ali Rıza Bezzâz Hazretleri’nin, Ali Haydar Efendi Hazretleri’ne vermiş olduğu şeyhlik icâzetinde: “Bu zatın elinden tutan, hiçbir kitapta göremeyeceği ve hiçbir âlimden işitemeyeceği ilimlere nâil olur” buyurduğuna ve Ali Haydar Efendi Hazretleri’nin de: “Bende ne varsa Mahmud'uma verdim” buyurduğuna göre üstadımız Mahmud Efendi Hazretleri’nin sözlerini kabul kulağıyla dinleyenlerin de ilhama dayalı bu tür manevi ilimlere ulaşacakları muhakkaktır. Nitekim üstadımız Mahmud Efendi Hazretleri: “Bu sözlerim doğrudur. Vallâhi doğrudur, billâhi doğrudur, tallâhi doğrudur. Kafamdan atmıyorum bunları“ buyurmuştur. Öyleyse biz de İmâm-ı Rabbâni Hazretleri’nin “Mektûbât“ isimli kıymetli eserinde buyurduğu: “Ehlullahın kelamı (kalp hastalıklarına) şifa, onların bakışları (manevi hastalıklara) devadır. Onlar öyle bir kavimdir ki, onlarla oturan asla şakî (mahrum) olmaz” sözünden anlaşılan mana üzere üstadımız Mahmud Efendi Hazretleri’nin sözlerini okuyup, mûcebince amel etmeye muvaffak kılınmayı ve bu sayede Rabbimizin huzuruna selim bir kalp ile çıkmamıza vesile olmasını Cenâb-ı Allâh’dan niyaz ederiz.
276.45 ₺ -
-
Tasavvuf İsmail Çetin
Bu eser, eskiden beri sorulan: “Tasavvuf var mıdır, yok mudur, nedir?” sorularına doyurucu cevablar vermektedir: Eserde: Tasavvuf'un, Tevhîdle, Tevhîdin de İhlas, Tenzîh, Tecrîd ve Tefrid'le gerçekleşeceği; Tasavvuf'un esasları; Tevbe, Teslim, Takva, Tevekkül, Sohbet, Sıdk, Sabır, Safâ, Vüdd, Vird, Vefa, Fütüvvet ve Fakr; Tekarrub'un keyfiyetleri; Gizli ve cehri tarikatlara göre virdin keyfiyetleri anlatılmaktadır. "Kul ile Allah Teâlâ arasına hiçbir kimse giremez." sözü, peygamberleri inkar eden Berâhime ve Veseniyye fırkalarının ortaya koydukları bir sözdür. Peygamberimiz aleyhisselâtu vesselâm'a inanmayan; inansa da gereğince amel etmeyen; amel etse de sevgi, samimiyet, sıdk ve sadâkatle özü sözü bir olmayan hiçbir insanın tasavvufu isbat yahud red için söz açmaya hakkı yoktur. Tasavvuf: Peygamberimiz'in ve ashâb-ı kirâmın tarifleriyle İslâmı hem nazarî, hem tatbîkî olarak bilen kimselerden Dînin öğrenilip tatbik edilmesi, Allah Teâlâ'nın zikredilmesiyle hayalden mahlukun silinmesidir; sözle değil, özle fiilen İslâmı yaşamaktır.
112.50 ₺ -
İKİNCİ HUTBEDE OKUNAN AYET'İN ESRARI
Ömer bin Abdülaziz zamanından bugüne kadar, cum'a namazlarında hatîbin ikinci hutbenin sonunda okuduğu En-Nahl Sûresi'nin doksanıncı ayetini bu kadar akıcı, etkileyici ve feyzlerle donanmış bir berraklıkta hiç okumadınız. Ne diyor bu ayet? Ne bildiriyor? Bu ayet aslında Kur'ân-ı Hakîm'den parlayan, insanın beynini hayrete sevkeden ve birçok ibretler gösteren bir ayet... Beden kafesinin hapsinden kurtuluş ve aslî vatan güzel yaylaya ulaşmak isteyen keklik yahud hürriyetine kavuşmuş esir misali bir ferahlık yaşamak isteyenler, bu eserin idrâkinde, son hutbede okunan ayetin esrarını çözmeye ğayret etmelidirler. Eser insana hakîkatini bildirir; aklına yöneltilen emrleri ve nefsine yasaklanan hususları aktarır. Kalb ve dimağdaki akılları irşad eder. Şuuru, adaleti, emr-i bilma'rûfu, nehy-i an-il-münkeri, kulun Allah Teâlâ'ya, kendi nefsine ve salihlere karşı ihsanını beyan eder. Muhasebenin keyfiyetini ve burhânı vuzuha kavuşturur. Eser, tılsımları çözen, hakîkatleri açığa çıkaran, kulu esaretin pençesinden kurtaran reçeteleri haizdir. Bu eser, canlıların tüm bedenini çalıştıran ve korkunç hükümlerini icra eden asabî damarların hislerini yakan bir yıldırım gibi, aklı nurlandıracak ve akla rehberlik yapacak İlâhî bir nûrun ifade bulmuş lisanıdır. Eser gözden geçirilerek yeniden basılmış ve ismi “İkinci Hutbenin Sonunda Okunan Ayetin Esrarı” olarak değiştirilmiştir.
112.50 ₺