-
-
-
-
-
-
-
-
El Edebül Müfred Deri Kapak 2 Cilt Takım
Sünnet-i nebevînin kandili İmam Buharî'nin yüzyıllardır başucu kitaplarından biri olarak okunan, öğrenilen ve uygulanan el-Edebü'l-Müfred titiz bir çalışmayla iki cilt hâlinde yayınlandı. Hadis-i şeriflerin ışığını aktaran en önemli kaynaklardan biri olarak görülen eserde kısa açıklamalarla izah edilen çok sayıda konu başlığında yüzlerce hadis bulunuyor ve adı geçen sahabilerin hayatı hakkında da bilgiler yer alıyor. Esasen Sahîh-i Buhârî’de de edeb ve ahlâk bölümü (Kitâbü’l-Edeb) yer almakta, orada tekrarlarıyla birlikte 249 ahlâk hadisi bulunmaktadır. Bu eser ise, tekrarlarıyla birlikte 1322 ahlâk hadisinden oluşmaktadır. Bunun için de inançla, ibâdetle, insan haklarıyla, zühd ve takvâ ile, dua ve zikirle, âhiretle, Peygamber Efendimiz’in çeşitli halleriyle ve daha başka hususlarla ilgili ahlâk hadisleri derlenerek bu eser meydana getirildi. Mehmet Yaşar Kandemir hoca efendinin ince kaleminden.
1632.00 ₺ -
-
Celaleyn Tefsiri Tercümesi 2 Cilt Takım
CELALEYN TEFSİRİ - TEFSİRÜL CELALEYN Celâleyn Tefsiri, Celâleddin el-Mahallî tarafından kaleme alınıp, vefat etmesiyle yarım bırakılan ve meşhur talebesi Celâleddin es-Süyûtî tarafından tamamlamış olan Kur’ân-ı Kerîm tefsiridir. Muhtasar bir şekilde yazılmış olan bu eser, tefsirlerin özü manasında “Lübbü’t-Tefâsîr” diye anılmakta olup, günümüze değin çok okunan tefsirlerden biri olarak özelliğini korumaktadır. Lübbü’t-Tefâsîr (Celâleyn Tefsiri) Bu kıymetli esere “iki Celâl’in tefsiri” manasında Celâleyn Tefsiri denilmiştir. Zira Celâleddin el-Mahallî, ömrünün sonlarına doğru Kur’ân-ı Kerîm’i tefsir etmek için başladığı Tefsîrü’l-Kur’ân çalışmasının yarısını yazdıktan sonra vefat etmiş ve talebesi Celâleddin es-Süyûtî ise 1 Ramazan 870 (17 Nisan 1466) tarihinde başladığı çalışmasını 40 günde tamamlamıştır. Bu tefsir üzere yapılan incemeler de Kur’ân-ı Kerîm âyetleriyle tefsirdeki harflerin sayısının birbirine eşit olduğu, Müddessir sûresinden sonra ise tefsir kısmındaki harflerin daha fazla geldiği tespit edilmiştir. Bir dirayet tefsiri olan Celâleyn Tefsiri; dil, üslûp ve ihtisar bakımından bir bütünlük arz etmektedir. Ancak bazı kelimelerin açıklamasında az sayıdaki değişiklikten başka temelde önemli bir fark yoktur. Misal olarak; Mahalli Rahimehüllâh, “sırât-ı müstakîm” ibaresini “cennete götüren yol”, “senden önceki peygamberlerin de yolu olan tevhid yolu” manasını verirken; Süyûtî Rahimehüllâh ise “İslâm dininin yolu” ve “hak yol” olarak beyan etmiştir. Ayrıca Mahalli Rahimehüllâh, “ruh” kelimesini “insanın içine işlemesiyle onu hayat sahibi kılan latif bir cisim” olarak açıklarken; Süyûtî Rahimehüllâh ise “bedenin kendisiyle canlandığı şey” diye beyan etmiştir. Açık-sade bir dille kaleme alınan bu nadide eser (Celâleyn Tefsiri)’nde âyetler, ilâhî maksadın ayrıntılar içinde kaybolmasına meydan vermeyecek biçimde kısa ve anlaşılır bir üslûpla tefsir edilmiştir. Süyûtî Rahimehüllâh, bu dirâyet tefsirinde izlenen metot hakkında mukaddimede şöyle buyurmuştur: “Allah’ın kelâmından anlaşılanı zikretmek-anlatmak, tercih edilen görüşe dayanmak, gerekli görülen yerlerin i‘rabını yapmak, meşhur kıraatlerdeki farklılığa dikkat çekmek ve bütün bunları özlü bir şekilde vermek.” Celâleyn Tefsiri’nin İki Yarısının Hangi Müfessire Ait Olduğu Celâleyn Tefsiri’nin hangi yarısının iki büyük müfessire ait olduğu hususunda kaynaklarda farklı rivayetler mevcuttur. Kâtib Çelebi ve birçok müellife göre Bakara sûresinden İsrâ sûresine kadar olan kısmı Mahallî Rahimehüllâh, daha sonraki kısmı Süyûtî Rahimehüllâh yazmıştır. Fâtiha sûresi de imam Süyûtî tarafından tefsir edildiği için eserin sonuna konulmuştur. Ancak bu görüşün gerçekle ilgisi yoktur. Zira bizzat Süyûtî Rahimehüllâh, mukaddimede ve İsrâ sûresine ait tefsirin sonunda belirttiğine göre Mahallî Rahimehüllâh, Kur’ân-ı Kerîm’i Kehf sûresinden başlayıp Nâs sûresine kadar tefsir etmiş, ardından Fâtiha sûresinin tefsirine başlamış, fakat ömrü yetmediğinden eserini bitirememiştir. Süyûtî Rahimehüllâh’tâ Bakara sûresinden İsrâ sûresinin sonuna kadar gelen sûreleri tefsir etmiş ve Mahallî Rahimehüllâh’a ait olan Fâtiha’yı tefsirin sonuna koymuştur. Celâleyn Tefsiri’nin Kaynakları Zemahşerî’nin el-Keşşâf’ı. Tabersî’nin Mecma‘u’l-Beyân’ı. Fahreddin er-Râzî’nin Mefâtîhu’l-Gayb’ı. Kâdî Beyzâvî’nin Envârü’t-Tenzîl ve Esrârü’t-Te’vîl’i. Ebû Hayyân el-Endelüsî’nin el-Bahrü’l-Muhît’i. Buhârî, Müslim, Tirmizî, Ebû Dâvûd ve Hâkim’in hadis mecmuaları. Celâleyn Tefsiri’nin Özellikleri Âyetlerin âyetlerle (Kur’ân’ın Kur’ân’la) ve sünnetle açıklanması yönteminden büyük ölçüde yararlanılmıştır. Hadîs-i şerifler bazan mânen rivayet edilmiş ve bazan da bilinen hadislere atıfta bulunulmuştur. Âyet-i kerîmelerin nüzûl sebepleri belirtilmiş ve çoğu zaman, “Sebebin özel olması hükmün genel olmasına engel değildir” düsturu uygulanırken zaman zaman nüzûl sebebine dayanılarak âyetlerin özelleştirildiği görülmüştür. Kelimeler, eş anlamlılarıyla ve hemen hemen âyetlerdeki kalıplarıyla açıklanmıştır. İki müellifin aynı zamanda dilci olması hasebiyle, sarf ve nahivle ilgili açıklamalara bolca yer verilmiştir. Yer yer kelime ve cümlelerin i‘rabı yapılmış, bu durumda anlamlar nahiv kaidelerine göre değil nahiv kaideleri onlara tâbi kılınarak verilmiştir. Celâleyn Tefsiri’nde farklı kıraatlere dikkat çekilmiş; kıraat imamlarının isimleri zikredilmeden kıraat farklılıklarının mânaya yansıması üzerinde durulmuş, bunlardan kaynaklanan çeşitli i‘rab şekillerine işaret edilmiş ve zaman zaman şâz kıraatlere de temas edilmiştir. Her iki müfessir ahkâm âyetlerinin tefsirinde fıkhî birikimlerini ortaya koymuş ve açıklamalarda mensubu bulundukları Şâfiî mezhebini öne çıkarmıştır. Neshin kabul edildiği Celâleyn Tefsiri’nde, Kur’ân’ın Kur’ân’la ve Kur’ân’ın sünnetle neshine yer verilmiştir. Eserde bazı müteşâbih âyetler te’vil edilmiş, bunların bir kısmı Selef’in anlayışına aykırı olmakla eleştirilmiştir. Hurûf-ı mukattaa hakkında ise, “Bunlardan murat olunanı en iyi Allah bilir” denilerek bu konuda Selef âlimlerinin yolu izlenmiştir. Müstakil bir âyet sayıldığı halde besmelenin tefsiri yapılmamış ve besmelenin herkes tarafından bilindiği kaydedilmiştir.
520.00 ₺ -
Ahirzamanda Fıtrat Mücadelesi
Öyle zamanlardan geçiyoruz ki "daha fazla ne olabilir ki?" dediğimiz her şey sıradanlaşıyor. Her geçen gün "daha fazla" olanlara alışıyoruz. Gün geçtikçe masumiyetler yitiriliyor. İnsanoğlu değişiyor. Medeniyet ve çağdaşlık adı altında sunulan bu korkunç yaşam biçiminin, ciğerlerimizi deşen neticelerine karşı yapmamız gereken hiçbir şeyi ardımıza koyamayız. Müslümanlar savrula savrula yok oldukları bu süreci ne zaman sorgulayacaklar? Ne zaman hatırlayacağız insanlığın birikimini el birliği ile yok ettiğimizi? Dünya resetlense; eski insanların tecrübeleri yok olup gittiği için hastalıkları nasıl tedavi edeceğiz, elimizde kalan son tohumları nasıl ekeceğiz? Bunun için artık “Ahirzamanda Fıtrat Mücadelesi” vermek üzerimize farz olmuştıur! Yapacak bir şey yok diye teslim oluştan yana mıyız yoksa “bismillah” deyip harekete geçenlerden mi olacağız?
242.50 ₺ -
Miratül Usül Yeni Dizgi Tahkikli
Mir’âtü’l-Usûl, Fatih Sultan Mehmet devrinin büyük âlimi ve müftüsü Molla Hüsrev’in kaleme aldığı usûl-i fıkha dair eseridir. Meseleleri diğer mezheplerin delilleriyle karşılaştırarak getirmesi ve genişçe açıklamasıyla usûl-i fıkıh alanında tercih edilen eser olmuştur. Şüphesiz Osmanlı medreselerinde yüzyıllarca okutulmuş, ilim erbabı tarafından pek ilgi görmüştür. USÛL-İ FIKIH İLMİ TARİFİ Usûl-i fıkıh, kelime anlamıyla fıkhın asılları veya fıkhın kaideleri anlamına gelir. Fıkıh kelimesi sözlükte, bir şeyi derinlemesine kavramak demektir. Istılahta ise İmâm-ı A‘zam Ebû Hanîfe, (معرفة النفس ما لها وما عليها) kişinin lehine ve aleyhine olan (hükümleri) bilmesi şeklinde tarif etmiştir. Usûl kelimesi el-asl kelimesinin çoğuludur. Kök, esas, kaide anlamlarında kullanılır. Usûl-i Fıkıh terkibinde ise, esas ve kaide anlamları kastedilebilir. Buradan hareketle Usûl-i Fıkıh ilmi için, fıkıh ilminin delillerini ve bu delillerden hüküm çıkarma yöntemlerini inceleyen ilim, denilebilir. FAYDASI Bu ilimle ictihadların nasıl yapıldığı ve fıkhî/hukuki hükümlerin nasıl elde edildiği öğrenilir. Müctehid imamların helal, haram, mendup, sünnet, sahih, fasid diye ulaştığı hükümlere neden ve nasıl ulaştığını görmemizi ve bilmemizi sağlar. Bu saydığımız faydalar sebebiyle tarih boyunca İslam âlimleri bu sahaya çok önem göstermişlerdir. Metinler yazmış ve onları açıklama sadedinde şerh ve haşiyeler kaleme almışlardır. MİR’ÂTÜ’L-USÛL ESERİ Bu ilmin en önemli metinlerinden birisi de Sultan Fatih devrinin büyük âlimi Molla Hüsrev’in kaleme aldığı Mirkâtü’l-Vüsûl ilâ ‘İlmi’l-Usûl ve şerhi Mirâtü’l-Usûl isimli eseridir. Molla Hüsrev’in kitabının özelliği, bütün konuları genişçe itirazlarına yer verip cevaplarını vererek anlatmasıdır. Kitabını mantık dili ve kurallarına uygun aklî taksimler ile kaleme almıştır. Görüşlerinde Hanefî mezhebindeki genel kabulünü tercih edip Irak ekolünü takip etse de yer yer kendi görüşlerini ve tercihlerini sebepleriyle birlikte açıklar. Özellikle usûl-i fıkıh ilmine yapılan tarife itirazlar getirmiş kendisi tarifi yenilemiştir. Molla Hüsrev, Pezdevî’nin konu tertibini esas alır. Kitabı iki ana bölüme ayırmış, deliller ve hükümler olarak ele almıştır. MUKADDİME Usulün tanımı Usulün konusu Usulün faydası EDİLLE (DELİLLER) Kitâb bahsinde, lafızların konulduğu, kullanıldığı, delalet ettiği manalardan, hâs lafız, âm lafız, emir, nehiy, mutlak, müşterek, zâhir, nas, müfesser, muhkem, hafî, müşkil, müteşâbih, hakîkat, mecâz, sarîh, kinâye, ibâretü’n-nas, işâretü’n-nas, delâletü’n-nas, muktedâu’n-nas, fâsit istidlâller, mefhûm-i muhâlefet, mefhûm-i lâkab, mefhûm-i sıfat, mefhûm-i şart, mefhûm-i gâye, mefhûm-i istisnâ, mefhûm-i aded, mefhûm-i hasr, beyân ve nesh konularından bahsedilir. Sünnet bahsinde, peygamberimizin kavillerinden, inşa ve ihbar olmasını, râvinin şartlarını, râvinin halini, inkitâyı, cerhi, haberin mahallini, haberin kendisini, peygamberimizin fiilerini, takririni ve şer‘ men kablenâ konularından bahsedilir. İcmâ’dan genel olarak bahsedilir. Kıyâs bahsinde, kıyasın rükünleri, şartları, münâsebet, illetin mûcebi, teznîb, muâraza, tercih ve tezyîl konularından bahsedilir. KISIM HÜKÜMLER VE HÜKÜMLER İLE İLGİLİ KONULAR Bölümde farz, vâcip, sünnetin çeşitleri, haram, illetin çeşitleri, sebep ve şart konularından bahsedilir. Bölümde şâri‘ den yani hükmü koyandan bahsedilir. Bölümde mahkûmun bih yani şeri hükmün taalluk ettiği mükellef fiillerinden bahsedilir. Bölümde mahkûmun aleyh yani kendisine hüküm verilen insanlardan ve ehliyetin çeşitlerinden bahsedilir. Hâtime İctihâd İftâ MOLLA HÜSREV’İN (Ö.885/1480) HAYATI Osmanlı âlimi ve müftüsü Molla Hüsrev, Fâtih Sultan Mehmed’in döneminde yaşamış mümtaz bir şahsiyettir. Asıl ismi Mehmed olup, kaynaklarda Mehmed b. Ferâmuz b. Ali olarak babasının ve dedesinin ismi de zikredilmiştir. Neseb olarak Türkmen kabilesi olan Varsaklar’dandır. NESEBİ VE DOĞDUĞU YER Molla Hüsrev ve ailesi hakkında yeterince bilgi bulunmamakla beraber bazı kaynaklarda, babasının sonradan Müslüman olan Rum veya Frenk asıllı olduğu gibi rivayetler mevcuttur. Aynı şekilde Kürd olduğu iddiası da bulunmaktadır. Ancak bu rivayetler yanlıştır. Nitekim tarihçilerin çoğuna göre Türkmen boyundandır. Aynı zamanda dedesinin isminin Ali olarak geçmesinden dedesinin Müslüman olduğu babasının sonradan Müslüman olması rivayetinin yanlış olduğu anlaşılmaktadır. 843 (1439) yılı başlarına ait bir satış belgesinde Molla Hüsrev’in adı, Mehmed b. Ferâmurz b. Hoca Ali şeklinde geçmektedir. (Bk. Gökbilgin, Edirne ve Paşa Livası, s. 172). Ayrıca tabakat yazarlarından Şemseddin es-Sehâvî (ö. 902/1497), adını Mehmed b. Ferâmurz b. Ali Muhyiddin Hüsrevî, Kâdı Bursa şeklinde zikrederek, dedesinin adının Ali olduğunu açıkça belirtmiştir (Bk. ed-Dav’ü’l-Lâmi‘, 8/279). Bursa’lı Tahir Efendi, başlık olarak şu ifadeleri kullanmış Hüsrev Mehmed Efendi Sivasî (Molla Hüsrev) hayatını anlatırken ise Tokat civarındaki Türkmenlerden Arsak (Varsak) kabilesindendir, demiştir. (Bk. Osmanlı Müellifleri, 1/292). İsmail Hakkı Uzunçarşılı ise, Molla Hüsrev’in babasının Yozgat civarında Yerköy’de bulunan bir Türkmen aşiretine mensup olduğunu ileri sürmüştür (Bk. Osmanlı Tarihi, 2/656). Refik Ahmed Sevengil de aynı şekilde Molla Hüsrev için Yozgatlıdır, bir Türkmen aşiretine mensuptur, demiştir (Bk. Fatih Devrinde Alimler, Sanatkârlar, s. 48). Zuhuri Danışman Molla Hüsrev hakkında sadece, Rivayete göre Türkmen Varsak kabilesine mensuptur. Kargın köyünde doğmuştur, şeklinde genel bir ifade kullanmıştır (Bk. Osmanlı İmparatorluğu Tarihi, 5/232). Netice olarak, Molla Hüsrev, Sivas, Tokat ve Yozgat arası bir köyde dünyaya gelmiştir. İLİM TAHSİLİ VE HOCALARI Molla Hüsrev küçük yaştayken babası vefat edince eniştesi Hüsrev Bey’in himayesine verildi. İlk başlarda Hüsrev Kaynı olarak lakap takılmış daha sonra bizzat eniştesinin ismini almış ve Molla Hüsrev olmuştur. Kaynaklarda ilk eğitimini Rum vilayetinde aldığı geçmektedir. Sonrasında Bursa’da Molla Fenâri’nin oğlu Yûsuf Bâlî’den icâzet aldı. Ardından Edirne’ye gitti ve orada Sa‘deddin et-Teftâzânî’nin öğrencilerinden Burhâneddin Haydar Herevî ile Molla Fenarî’nin talebesi Molla Yegân ve Şeyh Hamza gibi Osmanlı âlimlerinden okudu. YAPTIĞI GÖREV VE HİZMETLER Edirne Şah Melek Medresesi’nde ve Çelebi Medresesi’nde müderrislik yaptı. II. Murad’ın tahtını Sultan Mehmed’e bırakmasıyla Kazaskerliğe getirildi. II. Murad’ın tahta tekrardan geçmesiyle Sultan Mehmed ile Manisa’ya dönmediği Edirne’de Kadılık yaptığı rivayet edilmiştir. Taşköprizâde, Sultan Fatih ile Molla Hüsrev’in arasındaki şu konuşmayı nakleder: Sultan Fatih saltanatı babasına bıraktığında onunla beraber görev alanlar onu yalnız bırakır, görevlerine devam ederler. Kazasker makamında olan Molla Hüsrev ise görevini bırakır ve Sultan Fatih’in yanına gelir. Sultan Fatih görevine devam etmesini söylediğinde, Molla Hüsrev, güzel ahlak sahibi olan kimse, sultanlık döneminde beraberken azledildiği zamanda da yanında olur, diye cevap verir. Bu cevap Sultan Fatih’in hoşuna gitmiş, böylelikle sevgisini kazanmıştır. Molla Hüsrev, mihrâbın yanında namazını kılardı. Cuma günleri Ayasofya Camii’ne girdiği zamanda bütün cemaat ayağa kalkar ve yolunu açardı. Sultan Fatih bu manzarayı gördüğünde kendisiyle gurur duyar, vezirlerine, işte zamanın Ebû Hanîfe’si diye Molla Hüsrev’i överdi. Sultan Mehmed’in ikinci defa tahta geçmesiyle Kazaskerliğe dönmedi. İstanbul’un fethinden sonra İstanbul’un ilk kadısı Hızır Bey’in vefat etmesiyle İstanbul kadılığına getirildi, Galata ve Üsküdar kadılıkları ve Ayasofya Medresesi müderrisliği kendisine verildi. Sultan Mehmed Han, bu dönemde bir velime düzenlemişti. Molla Gürânî’ye bir haberci gönderdi ve onun nerede oturmak istediğine dair izin istedi. Molla Gürânî kendisine gelen kişiye, bizim için oturmak lazım değildir, hizmet bizimdir. Bize layık olan odur ki, ol mecliste cülus itmeyüp ikamet-i hizmet mevkıfında kıyam iderüz, dedi. Bu cevap Sultan Mehmed Han’a ulaşınca, o da sağını Molla Gürânî, sol tarafını da Molla Hüsrev için ayırdı. Molla Hüsrev bu duruma razı olmadı ve Fâtih’e bir mektup yazarak şöyle dedi: Benim ol meclis-i hümâyuna varmaduğum gayret-i ilmiyyemin iktizâsıdır. Molla Hüsrev bu mektubu Dîvân-ı Âli’ye gönderdi. Gemiye bindi ve Bursa’ya gitti. Burada bir medrese inşa etti ve orada ders verdi. Aynı zamanda Molla Hüsrev, İstanbul’da birçok camii ve medrese yaptırmıştır. Fatih Sultan Mehmed, Molla Hüsrev’i tekrardan İstanbul’a davet etti ve Fetva makamına getirdi. Yaklaşık olarak 10 sene İstanbul’da ikamet ettikten sonra 885 (1480) yılında İstanbul’da vefat etti, cenazesi Bursa’ya götürülerek Hüsrev Medresesi’nin hazîresine defnedildi. Kabri, Emir Sultan hazretlerinin kabrine 5 dakikalık mesafededir. Allah Teâlâ Rahmet Eylesin, Sevdikleriyle Haşreylesin. Âmin. MOLLA HÜSREV’İN KİŞİLİĞİ Molla Hüsrev orta boylu ve büyük sakallı bir kimseydi, maddi durumu iyi olmasına rağmen kendisine çok hizmet edilmesini istemez kendi işini kendi görürdü, her gün bir miktar yazmayı âdet edinmişti, yazısı çok iyiydi. Aynı zamanda ağırbaşlı, mütevazi ve vakur bir kimseydi. Kendisini ilme adamış gündüzünü halk ve talebelere, gecesini eserlerine ayırmış gerçek bir ilim adamıydı. Molla Hüsrev, İstanbul’un Fatih ilçesine ait Vefa semtinde bulunan Molla Hüsrev Camii (Vefa/Eminönü), yine Fatih ilçesinde bulunan Molla Hüsrev Camii (Küçük Mustafa Paşa Mescidi) ve Molla Hüsrev Camii (Sofular Mescidi) ile Bursa’da Zeynîler Camii’nin güneyinde bulunan Molla Hüsrev Medresesi’ni kendi şahsi imkanlarıyla yaptırmıştır. Adı geçen bu camiler ve medresesi için, İstanbul’un ticaret bakımından önemli merkezleri olan Beyazıt ve Mahmut Paşa gibi semtlerinde, 179 dükkân, 42 hücre (oda), Bursa’da 2 dükkân ve 9 ahır vs. olmak üzere toplam 72.603 akçe gelirli vakıf bırakmıştır. Molla Hüsrev’in vakfettiği dükkanlarından 160 tanesi Beyazıt’taki Kapalıçarşı’da (Büyük Çarşı/Bedestan) bulunmaktaydı. TALEBELERİ Muhyiddin Mehmed Efendi (ö. 888/1483). Fenari Hasan Çelebi (ö. 891/1486). Hasan b. Abdussamed es-Samsunî (ö. 89 1/1486). Yusuf b. Cüneyd et-Tokadî (ö. 902/1496-97). Kemaleddin İsmail Karamanî (ö. 920/1514). Zenbilli Ali el-Cemali Efendi (ö. 932/1526). ESERLERİ Mir’âtü’l-Usûl fî Şerhi Mirkâti’l-Vüsûl. Dürerü’l-Hükkâm fî Şerhi Gureri’l-Ahkâm. Haşiye ‘ale’t-Telvîh. Hâşiye ‘alâ Envâri’t-Tenzîl li’l-Beyzâvî. Hâşiye ‘alâ Hâşiyeti’l-Muhtasar li’s-Seyyid Şerîf. Şerhu Usûli’l-Pezdevî. Risâle fi’l-Velâ. Nakdü’l-Efkâr fî Reddi’l-Enzâr. Hâşiye ‘ale’l-Mut Vasiyetnâme. Esâsü’l-İktibâs Tercümesi. MİR’ÂTÜ’L-USÛL’ÜN HAZIRLANIŞ ŞEKLİ Köprülü Ktp., bulunan hicrî 850 tarihli yazma nüsha ve 1317 tarihli meşhur matbu nüshayla mukabele edilerek hazırlanıldı. Âyetlerin referansları verildi, süslemeli parantez arasına konuldu. Hadis ve diğer rivayetlerin tahrîci verildi. Beyit ve şiirlerin kaynağı verildi. Nassa dokunulmayıp ancak tadil gereken yer dipnotta belirtilerek düzeltildi. Gerekli yerler dipnotta belirtilerek köşeli parantez ile metne ziyade yapıldı. Anlaşılmayan kelimler, kapalı ibareler ve terimler şerh edildi. Kendisinden nakil yapılan kitaplardan imkân oldukça kaynağı verildi. Konuların içeriğine göre diğer kitaplardan ve haşiyelerinden açıklamalar dipnota konuldu. Özellikle meşhur İzmirî haşiyesinden çokça faydalanıldı. Müellifin hal tercümesi yapıldı. Kitabın ve bu ilmin öneminden bahseden mukaddime eklendi. Âyet, hadis ve konu fihristi eklendi.
490.00 ₺ -
Cennetle Müjdeli 10 Sahabe
Bir insanın Allah’a güvendiğinin alâmeti, fedakarlığı ölçüsündedir. Cennetle müjdelenen on sahâbe Allah’a olan güvenlerini canlarını, mallarını, sevdiklerini feda ederek göstermişler ve bunun neticesinde de bu bahtiyarlığa erişmişlerdir. Zira Allah’a güvenene Allah kâfidir. Kitapları ve videolarıyla milyonlara ulaşan Mehmet Yıldız bu eserlerinde Aşere-i Mübeşşere üzerinde duruyor, o mübarek hayatlara daha yakından bakmamızı sağlıyor. Kitaplar: 1)Hz. Ebû Bekir (R.A.) - Resulullah’ın (S.A.V.) Sadık Yol Arkadaşı 2)Hz. Ömer (R.A.) - Adaletin Şaşmayan Terazisi 3)Hz. Osman (R.A.) - Meleklerin Hayâ Ettiği Sahabe 4)Hz. Ali (R.A.) - İlim Şehrinin Kapısı 5)Talha bin Ubeydullah (R.A.) - Yaşayan Şehit 6)Zübeyr bin Avvâm (R.A.) - Resulullah’ın (S.A.V.) Havârisi 7)Sa’d bin Ebî Vakkâs (R.A.) - Dualarına İcabet Edilen Sahabe 8)Abdurrahmân bin Avf (R.A.) - Ahiretin En Kârlı Tüccarı 9)Ebû Ubeyde bin Cerrâh (R.A.) - Dünyanın Değiştiremediği Adam 10)Saîd bin Zeyd (R.A.) - Kabul Olunmuş Dua
584.60 ₺